BİR ASTROFİZİKÇİNİN ASTROLOJİ ÜZERİNE SEMPATİK VE ELEŞTİREL GÖRÜŞLERİ

Döngüler ve Semboller Konferansında Yapılan Konuşmanın Tam Metni

San Francisco, 14-16 Şubat 1997

Victor Mansfield
Fizik ve Astronomi Departmanı
Colgate Üniversitesi
Hamilton, NY 13346
vmansfield@colgate.edu

I.GİRİŞ

Bu olağanüstü konferansta konuşmak bir onur fakat yine de biraz gerginim. Rick Tarnas, bana, fizik ve astronomi departmanındayken astroloji konferansıyla ilgili bir faks alırsam bunun beni utandırıp utandırmayacağını sorduğunda bu gerilimimi daha da arttırmıştı. Hayır, bu ciddi bir problem değildi ama tabii ki astroloji konferansında konuşma yapacağımı da davullarla departmanda ilan etmedim.

Onlarca yıldır kendi içimdeki iki yönüme karşı dürüst olmak konusunda mücadele veriyorum – psikoloji, mistisizm, meditasyon ve astroloji sever Balıksı yönüm ve her şeye şüpheyle yaklaşan duygusuz ve inatçı astrofizikçi yönüm. Astrofizikçi, zekaya ve entelekte düşkündür, aklın gücüne güvenir ve hatta bununla hava atacak kadar biraz küstahtır. Mistisizme yakın yönüm, yaralarımı taşır, içine kapanık bir hayalcidir ve genelde kendisini şüphelerle kuşatılmış gibi hisseder. Fakat bu yönüm, tıpkı bir  beyzbol şapkasının içinde daha yüksek bir hippi-vizyonerliğine ve hayalciliğine uzanan bir yol gibidir. Tahmin edeceğiniz gibi, bu iki yönüm, hem içsel hem de dışsal olarak birbirine zıttır. Örneğin, 1975’te astrolojiyle ilgilenmeye başladıktan sonra, “Astrolojiye İtirazlar” adlı manifesto niteliğindeki kitabı, 192 fizikçi ve astronom meslektaşımla birlikte imzalamam istendi. [1] Bu meslektaşlarım, benim katı rasyonelliğim ve dans etmek isteyen hippi yanımla olan içsel çatışmamdan habersiz, bu kültürel mücadelede taraflarında olmamı istediler.

Bu konuşma bu ayak parçalayan dansla ilgili. İlk bölüm astrolojinin modern bilimle olan ilişkisini anlatıyor. Sonrasında ise, eşzamanlılığın, astrolojiyi takdir etmek için yararlı bir çerçeve sunup sunmadığını tartışacağım ve son olarak da “Ruhun Kozmosa Dönüşü” adlı konferans temasına astrolojinin hangi yöntemleri katabileceğiyle ilgili bazı önerilerde bulunacağım.

II. GÖKSEL ETKİLER

Bedenlerimizi oluşturan madde yıldızlara ait bir evrimden kaynaklanır: süpernova patlamaları ve güneş sistemimizin oluşumu. Güneş ve Ay, okyanus gelgitleri oluşturur. Güneş fırtınaları ciddi anlamda radyo yayınlarını etkiler ve muhtemelen hava durumu üzerinde zayıf bir etkisi vardır. Biz durmadan uzaydan yayılan bir radyasyona (ışınıma) maruz kalırız. Şu anda saniyede yaklaşık 1010 nötrino, kafalarımızın üstünün her santimetre karesinden geçiyor. Endişelenmeyin. Nötrinolar çok nadir olarak maddeyle etkileşime geçer. Nötrinoların yarısını bile yakalayabilmek için, yaklaşık  1010 yerküre katmanının inci gibi bir hat üzerinde dizilmiş olmaları gerekiyor. Nötrinolardan dolayı baş ağrısı çekmeyiz, fakat asteroidler ve yeryüzüne çarpan göktaşları, yerkürenin jeolojik ve biyolojik tarihini önemli derecede etkilemiştir.

Peki 1524’te yedi gezegenin yaptığı kavuşumu gösteren bu elimdeki ahşap gravür gibi astrolojik etkiler için ne diyeceğiz? Burada sellere ve köylülerin ayaklanmasına neden olduğuna inanılan bir etkiden söz ediyoruz. Bugün astrolojik etkilere olan bu inanç, yerini ancak son edebiyat akımlarında ya da bu konferans salonundaki gibi toplantılarda ulaşabileceğimiz ve tartışabileceğimiz fikirlere bırakmıştır.[2]

Maalesef, gerek bunu eleştiren bilim adamları olsun gerek taraftarları olsun, astrolojiyle ilgili tartışmalar, olağanüstü bir biçimde gürültülü, tutkulu ve genellikle acımasız söylemlerle dolu. Bu konuları alevlendirmeden konuşan kişi çok az ve her iki tarafta da bilgi eksikliği var.

1974’te genç bir adam olarak, son astrofizik araştırmam için çok hevesliydim fakat hayran olduğum birçok bilim adamının, astrolojiye karşı olan bu ön yargılı ve bilgisiz söylemleri beni incitiyordu. Onların astroloji ve onun eşsiz değeriyle ilgili hiçbir şey bilmediklerini biliyordum, fakat benim iç dünyam için bu kadar değerli olan bir şeyin bilimsel otoriteler tarafından değersizleştirilmesi de beni derinden yaralıyordu. 20 yıldan fazla bir süre sonra ise, bu konferansta çok saygı duyduğum bazı astrologların, aynı ön yargılı ve bilgisiz tavırla bilimi yerden yere vurmalarıysa aynı derecede beni üzdü. Bilim hemen hemen hiçbir şekilde eleştiriye açık değildir ama her iki tarafta gölgelerini birbirlerine yansıtıyorlardı. Umutsuzca ihtiyacımız olan kişisel ve sosyal dönüşüme, hoşgörüsüzlük ve suçlamalarla değil, astroloji ile bilimin uzlaşmasıyla ulaşabiliriz. Hepimizin bildiği gibi, dini bir savaşta tüm ilkel duygular patlak verir, iki taraf da iletişim kuramaz. Bu durumda ilk kurban da güven olur.

Bilim tarafından astrolojiye olan olan temel eleştiriler doğada dört gücün olduğuna dair görüşle başlar: yerçekimsel, elektromanyetik, kuvvetli ve zayıf nükleer güçler. Sadece ikisi, yerçekimi ve elektromanyetik, makroskopik (gözle görülebilir) uzaklığa ulaşabilen, uzun-menzilli güçlerdir. Serbest yüklerin hareketleri kolaylıkla elektrik güçlerine kalkan olabilir ve manyetik güçler, yer çekiminden daha hızlı bir şekilde, uzaklıkla birlikte güçlerini kaybederler. Bu yüzden astrolojik etkiler için sorumlu tutabileceğimiz ve önemli olan tek güç, yer çekimidir. Çağdaş meslektaşım Carl Sagan’ın belirttiği gibi, doktorun ve hemşirenin yer çekimsel güçleri, gezegenlerden gelen herhangi bir etkiden bile daha güçlüdür. Dolayısıyla o şöyle derdi: “ Kayron’un konumu için endişelenmeyin, daha çok beşinci evinizde bir hemşire ya da doktor var mı ona bakın.”

Bu tarz tartışmalar görünüşte iyi olmasına rağmen gereğinden fazla naif. Astrolojik bir etkiyi açıklayan fiziksel bir gerçek bulmak için, basit mekanizmaları yıkmak sadece samandan adamları öldürür ve daha karmaşık fikirlerin ve görüşlerin aydınlanmasına da olanak tanımaz. Maalesef, Percy Seymour’un önerdiği gibi [3}, astrolojik etkiler için olan daha karmaşık fiziksel mekanizma modelleri, doğru bir hükme ulaşılması için gereken sayısal ayrıntılardan yoksun birçok spekülatif bağlantıyı içeriyor. Bu seviyedeki haliyle, buna sadece umut verici bir teori diyebiliriz ama tam anlamıyla sayısal –  fiziksel bir teori diyemeyiz.

Astrofizikte, işin doğası gereği, spekülatif teorilere sıcak bakarız. Bunlar genelde daha büyük araştırma çalışmalarının başlangıç noktalarını oluşturur. Eğer astrolojik etkilerin fiziksel mekanizmaları için önerilen teoriler, bu kültür savaşının kurbanı olmasalardı, her ne kadar uğruna mücadele etmek için “az gelişmiş” olsalar da, daha dikkatli bir model yapılandırması için ilginç bir başlangıç noktası olarak düşünülebilirdi. Fakat benim de aşina olduğum bu öneriler, mevcut bilimsel atmosfer dahilinde, astrolojik etkinin fiziksel mekanizmasını destekleyecek nitelikte değil. Bunu söyleyince kendimi Woodstock’taki bir polis gibi hissediyorum. 

Ben yine de astrolojik etkilerin fiziksel açıklamalarını geliştirmeye hevesli olanları, fikirlerini sonuna kadar savunmaları ve onları geliştirmeleri konusunda cesaretlendiriyorum. Fakat bence böyle nedensel ve Kartezyen (Dekart Kuramlarına ait) astrolojik açıklamalar bizi yanlış yönlendiriyor. Ben astrolojik etkinin, insan ve gezegen arasındaki fiziksel bir mekanizma vasıtasıyla işlediğine inanmıyorum. Bu tür açıklamaların kökeni, birbirinden bağımsız nesnelerin nedensel olarak birbirlerini etkilediklerine dair Newton’un görüşüne dayanır. Nedensel bir etkiyle demek istediğim, sınırları belli, iyi tanımlanmış bir nesnenin başka bir nesneyi enerji ya da bilgi alışverişi yaparak etkilemesini kastediyorum. Bunu, güneşin ve ayın yer çekimsel alanlarının gelgitlere neden olması ya da daha psikolojik bakarsak anksiyetemin kan basıncımın yükselmesine yol açması gibi düşünebiliriz. Bu tarz nedensel etkileşimler, nedensizlikten, mekansızlıktan ve kuantum mekaniğinin katılımcı doğasından çok uzaktır. Dekartçı (Kartezyen) ve Newtoncu görüşler eski modadır ve kuantum mekaniği her anlamda daha güncel ve doğrudur. Dahası, astroloji, “bütünsel” bir dünya görüşüne dayandığından, onu, nedensiz bağlantıları, gözlemciyi ve özünde birliği barındıran kuantumcu bir dünya görüşüyle çok daha iyi anlayabiliriz.

Her ne kadar ben astrolojik etki için hiçbir kuantum mekaniği açıklaması bilmesem de, kuantumcu dünya görüşü, bu tartışma için çok daha uygun bir başlangıç noktası olacaktır. Kısaca bunun üç ana özelliğini açıklayacağım. Birincisi, kuantum mekaniğinin temelinde nedensizlik ilkesi vardır. Eşi benzeri görülmemiş bir kesinliğe ve geniş çapta bir uygulanabilirliğe sahip olmasına rağmen, birbirinden bağımsız olayların iyi tanımlanmış birer nedenleri yoktur. Bu da bize doğadaki kanunların, nedenselliğe gereksinimi olmadığını öğretir. – Bu da astroloji için iyi bir derstir.

İkincisi kuantum mekaniğinde nesneler, sınırlı mekanlara ve zamana her zaman yerleştirilemez.  Örneğin, Bell Eşitşizliği deneylerinde dikkatle incelendiği gibi, birbirleriyle bağlantılı bazı partikül sistemleri, sistemin içindeki diğer bölümlerle aniden iletişim kurmaya başlar. Diğer bir deyişle, bir bölümde olan şey, diyelim ki laboratuvarın bir ucunda olsun, anında laboratuvarın diğer ucundaki bölümü etkiler. Şaşırtıcı bir şekilde, bağlantı uzaklık artsa bile azalmaz ve nedensel de değildir. Bölümler arasında hiçbir enerji ve bilgi değiş tokuşu yoktur. Bu gizemli fenomenle ilgili burada söyleyebileceklerimden daha fazlasını söylemem gerekir ama ben bunu kısaca şu şekilde ifade edeceğim: Mekansızlık bize, bölümler arasındaki ilişkinin bölümlerin yalıtılmış kimliklerinden daha önemli ve daha gerçek olduğunu öğretiyor. Astrolojik bir perspektiften bakarsak, bizim kozmosla olan ilişkimiz, kendi izole varoluşumuzdan daha önemli ve daha gerçektir.

Üçüncüsü, kuantum nesnelerinin, gözlemden bağımsız olarak iyi tanımlanmış özellikleri yoktur. Bu, bizim bu küçük sistemleri gözlemlememizin onları rahatsız ettiği anlamına gelmez; bunlar gözlemden önce özlerinde belirsizdir. Başka bir ifadeyle, dünyayı tanımlamaya gözlem yoluyla katılırız. Astrolojik olarak söyleyebiliriz ki, bir transit kendi başına tamamıyla tanımlanmış bir varlık değildir, daha çok bizim ona katılımımız yoluyla gerçekleşecek bir deneyime zemin hazırlayan bir olasılıktır.

Şaşırtıcı bir şekilde bu kuantum görüşü, onun mevcut matematiksel formulasyonundan kaynaklanan yapay bir olgu değildir. Kuantum mekaniğinin şimdiki formulasyonundan bağımsız olarak, analizler  ve deneyler gösteriyor ki doğada derin bir nedensizlik ve mekansızlık vardır. Dolayısıyla gelecekte kuantum mekaniğinin yerine hangi görüş gelirse gelsin, bu görüş, nedensellik ilişkisi olmaksızın, belirli bir sistemin bölümleri arasında herhangi bir bilgi ve enerji alışverişi olmadan ve mekandan bağımsız olarak çalışan bağlantılara sahip olmak zorundadır. Bu, bilhassa astrolojiyi ve doğayı anlamaya çalışan her yaklaşım için önemli bir rol oynaması gereken sıra dışı bir gerçektir.  Bu yaklaşım, astrolojik etkiler için fiziksel bir yaklaşım formüle etmek için yapılan son girişimlerin temelindeki Kartezyen/Newtoncu görüşün çok uzağındadır. Bu fikirlerle ilgili daha tatmin edici ve kapsamlı bir yaklaşım istiyorsanız, kitabıma başvurabilirsiniz. [4] Bu tartışmayı şöyle özetleyeyim, kuantum mekaniği astrolojik etkiler için fiziksel bir mekanizma sağlamasa da, kuantum mekaniğinde görülen derin birlikten – astrolojik tesirlerden sorumlu olduğu iddiasında bulunmadan – ilham alabiliriz. [5]

3. yüzyılın en büyük Neo platoncusu Plotinus [6], kuantum mekaniğinden çok önce, “Neden Yıldızlar mı?” adlı muhteşem bilimsel incelemesinde, astroloji için nedensizlik anlayışını benimsemek gerektiğini ileri sürmüştü. Yazıda, yıldızların göstergeler, ilan edenler veya semboller olduğunu fakat kaderimizin nedenleri olmadığını belirtmişti. Maalesef bu mesaj kolayca kayboldu. Belki de nötrinoları suçlamamız gerekir.

III. EŞZAMANLILIK

Astrologlar, astrolojik çalışmaları aydınlatmak için genellikle Carl Jung’un eşzamanlılık ilkesini kullanmayı severler. [7] Ne yazık ki, burada konu belirsizdir çünkü eşzamanlılık terimi, geniş çapta farklı şekillerde kullanılır. Astrolojinin nedensizlik çerçevesine fayda sağlaması açısından, Jung’un eşzamanlılık anlayışını kısaca gözden geçirmeme izin verin. Jung’a göre eşzamanlılık, bir rüya, fantezi ya da bir his gibi içsel bir psikolojik durum ile dışsal bir olay arasındaki nedensiz bağlantıdır. Nedensizlik terimini ve anlamını ayrıntıyla anlatmak gerekiyor.

Jung nedenselliği, benim bahsettiğim gibi, geleneksel anlamda kullandı. Eşzamanlılıktaki nedensizlik ise, benim yatay nedensizlik olarak adlandırdığım subjektif durum ile objektif olay arasındaki her hangi bir nedensel ilişkiyi reddeder çünkü objektif ve subjektif unsurlar, bilinen içeriğin aynı seviyesindedir. Jung aynı zamanda, benim dikey nedensizlik olarak adlandırdığım arketipler veya melekler gibi insanüstü (metafizik) nedenleri de reddetti. Çünkü insanüstü ya da “yukarıda” olanın,  aşağıdaki eşzamanlılığın nedeni olarak değerlendirilmesi uygun değildir. Bunu yaparak Jung nedenselliğin yerine başka bir şey koymuyordu, fakat hem yatay hem de dikey anlamda nedensiz olanı, yeni bir açıklayıcı prensiple destekliyordu.

Eşzamanlılıktaki birleştiren anlam, egonun bir ürünü değildir aksine kişinin bireyselleşmesinin bir ifadesi olan, egoyu dönüştürme girişimidir. Bu yüzden, eşzamanlılık, bireyselleşmenin veya ruhu yapılandırmanın dramatik bir ifadesi ya da doğanın, bizi eşsiz ve otantik (özgün) bütünlüğümüze evrilmemizi sağlama yoludur.  Bu açıdan, anlam Jung için bir terimdir. Bu fikirleri, Eşzamanlılık, Bilim ve Ruhun Yapılandırılması (Synchronicity, Science, and Soul-Making) [8] adlı son kitabımdan bir alıntıyla açıklayayım.

Eşzamanlılıkta, astrolojideki gibi, deneyimin içindeki anlamı kavramak her zaman zordur. Bu hikayedeki anlamı kavramaya yardımcı olmak için, W.Butler Yeats’in, Deli Jane Piskoposla Konuşur (Crazy Jane Talks with the Bishop) adlı kısa şiiriyle başlayacağım. [9] Yeats bu eşzamanlılık hikayesinde, haşmetli Piskopos’un, aşkın bizi bütünlüğe kavuşturmadan önce nasıl paramparça ettiğini betimleyen bir kadınla karşılaşmasını anlatır. Bu, şüphesiz hepimizin aşina olduğu bir konudur.

Piskoposla yolda karşılaştım

Ve uzun uzun konuştuk.

O yürekler şimdi bomboş ve düşkün

O damarlar yakında kuruyacak

Fakat pis bir ahırda değil,

İlahi bir köşkte yaşayacaklar

‘Sevap ve günah kardeş gibidir,

Ve sevabın günaha ihtiyacı vardır’ diye haykırdım.

‘Arkadaşlarım gittiler, bu öyle bir hakikattir ki

Ne mezar ne de yatak inkar edebilir,

Bunu alçak gönüllü bedenimizle

Ve kalbimizdeki gururla öğreniriz.

‘Bir kadın gururlu ve katı olabilir

Aşkın içinde bile olsa;

Fakat aşkın köşkünü ararsan

Onu pisliğin olduğu yerde bulursun;

Çünkü hiçbir şey tek ve bütün olamaz

Ve başkasına kiralanamaz.

RÜYAMDAKİ DÜĞÜN

Benim eşzamanlılığa dair vereceğim örnek, hayatımda sonradan önemli bir olay olarak cereyan eden bir rüya ile ilgili. Yirmi sene önce, üniversiteden mezun olduktan birkaç sene sonra, kültürüne hayran olduğum Hintli bir öğrenciyle romantik bir ilişkiye girmiştim.  Bu ilişki yaklaşık iki sene sürdü ve evlenmeyi düşünüyorduk. Fakat çok farklı dini ve kültürel geleneklerden gelen ailelerimizle cebelleşmeyi bir türlü göze alamıyorduk.

Aralığın ortasında arkadaşım, birkaç hafta içinde benimle yeniden buluşmaya söz vererek, altı yıldan sonra ilk defa ailesini ziyarete gitti. Ocak ayı geçti, fakat ne döndü ne de ondan haber alabildim.

2 Şubat gecesi ya da 3 Şubat’ta sabah erken saatlerde kötü bir rüya gördüm. Bu rüya iki bölümden oluşuyor.

Önce bir kutlama için masaları hazırlamaya çalıştığım büyük bir ziyafet salonundaydım. Bu benim düğünümdü fakat çabaladıkça bardakları yere düşürüyor ve softa takımını bir türlü düzene sokamıyordum. Bu hayal kırıklığının ortasında, felsefe öğretmenim Anthony bir soytarı olarak giyinmiş bir şekilde içeriye girdi ve üzerinde numaralar olan büyük kartlarla hokkabazlık yapmaya başladı. Üzerinde 7 numara yazan kartı bana gösterdi ve bana şöyle dedi: “Bir sonraki düğün yedisinde olacak.”

Sahne değişti ve ben Nazi stilinde giyinmiş şeytani doktorlarla çevrili bir ameliyat masasında yatıyordum. Üzerimde uygulamak istedikleri cerrahi operasyonla ilgili  bana bilgi veriyorlar; renkli, anatomik resimlerden oluşan büyük levhaları gösteriyorlardı. İşkence edici ve muhtemelen öldürücü olabilecek bir şekilde iç organlarımın yerlerini değiştireceklerini fark ettim. Bir şekilde kaçmayı başardım.

Sabah bu rüyayı yakın arkadaşım Jayne ile paylaştım. Sonra bütün gece buna kafa yorduk ama yine de rüyayı yorumlayamadık. Yedisinde gerçekleşecek bir düğünün beni nasıl etkileyeceğiyle ilgili bir fikrim yoktu ve sonraki beş günü, rüyanın ikinci bölümündeki dehşetin yaşamımda nasıl tezahür edeceğiyle ilgili karanlık düşüncelerle geçirdim. 

Bir sonraki hafta, 7 Şubat’ta, Hindistan’dan uzun süredir beklediğim mektubu aldım; 3 Şubat’ta gönderilmişti. Zarfın ilişiğinde 7 Şubat’ta Hindistan’da gerçekleşecek bir düğünün davetiyesi vardı. Davetli listesini tekrar tekrar gözden geçirdim, nedense arkadaşımın ismi damat olarak geçiyordu…Bu bir hata olabilir miydi? İsimleri tekrar inceledim, bunu yaparken, bir yandan bu bilgiyi kafamın içine kazımaya çalışıyor bir yandan da onu reddediyordum. Acaba bu, birden evlenmeye karar veren erkek kardeşinin ismi miydi? Yanlış okuyor olabilir miydim?

Arkadaşım zarfın içine kendi yazdığı bir mektubu koymuştu. Mektupta, vatanına olan ziyaretinin ne kadar zorlu olduğundan bahsediyordu. Ailesi, akademik ve profesyonel başarılarına rağmen, onun bir Amerikalı bir yaşamasından mutsuzdu ve evde kalması için ona bir hayli baskı yapmışlardı. En sonunda, bir yığın tehditten sonra, onu aile dostlarından birisinin kızıyla evlenmeye ikna etmişlerdi. Onu affetmem için yalvararak, beni her zaman hatırlayacağını ve birkaç hafta içinde yeni eşiyle birlikte Amerika’ya döndüklerinde beni görmek için sabırsızlandığını yazmıştı.

Bu haberle duygusal olarak çökmüştüm ve o an rüyamın öngörüsünün kesinliği karşısında şok olmuştum. Rüyayı, mektubun postalandığı gün görmüştüm ve rüyada bana bildirilen tarih, hem mektubun bana geldiği günün tarihine hem de düğün tarihine işaret ediyordu. Aniden hem öldürücü bir rüzgarın etkisine kapılmıştım hem de günlük varoluşun sert ve fiziksel gerçekliğine üstün gelen zihinsel bir dünyaya dair güçlü ve değerli bir kanıta ulaşmıştım. Böylece, zihnin yaratıcı ve yansıtıcı gücüyle ilgili olarak,  felsefe derslerinde öğrendiklerimi, Jung psikolojisini ve mistisizmi yeniden ciddiye almaya başlamıştım.

Sonrasında rasyonel ve şüpheci arkadaşım Jayne bana, rüyanın kesinlik gücü karşısında kendisinin de çok etkilendiğini söyledi. Bense, eğer Jayne deneyimime tanık olmasaydı, tüm bunları kafamdan uydurduğum konusunda kendimi ikna edebileceğimi düşünmüştüm.

Mektubun içinde yazanları iyice içselleştirdikten sonra, önümde zorlu bir yol olduğunu anlamıştım. Eros’un dünyasına has bir şekilde, bir sevgilinin akla aykırı bir şekilde, birden eski bir sevgiliye dönüştüğü o ince çizginin üzerinde bocalayıp durdum. Bu üzücü durum için kimseyi suçlayamazdım: arkadaşım aile zorunluluğunu yerine getirmişti, ailesi onun iyiliğini istiyordu, ve açıkça eşinin de hiçbir kötü niyeti yoktu. Sadece içime bakabilir ve bu deneyimle yüzüme tüm gücüyle geri çarpan, kendi kötücül projeksiyonum (yansıtmam) üzerinde kafa yorabilirdim. Şimdi, önceden “dışarıda” olarak deneyimlediğim ve “başkasında” değer verdiğim  her şeyi yeniden değerlendirmeye almak gibi imkansız görünen bir görevi yerine getirmek zorundaydım ve bunu da sevgisiz bir varlığa dönüşmeden yapmalıydım. Rüyanın ikinci bölümünde gördüğüm semboller ise, sonraki aylarda yaşadığım duygusal kaosa ve duygularımı yeniden düzenleme sürecime işaret ediyordu. Yas tutuyordum ve her şey benim için değerini yitirmişti. Yaşam, otomatik ve cansız bir hal almıştı, sadece içgüdüsel olarak yaşamaya devam ediyordum. Yakın arkadaşlarımın desteğine rağmen bu yalnız verdiğim bir mücadeleydi. Kendimi tuhaf ve kopuk hissediyor, bir yandan ucuz bir melodramın başrol oyuncusu olduğumu düşünüyor; bir yandan da bu deliliğe yol açan mantıklı bir neden bulmak için kendimle savaşıyordum. Aynı zamanda kendi romantik illüzyonlarımın, beni kurban durumuna düşürmesinden de utanıyordum. 

Fakat bahsettiğim bu deneyim, göründüğünden daha derin. Psişeyi (ruhu) anlama sürecinde, karanlık bir yanla karşılaşıyoruz; ruhun altına dönüştüğü son aşamaya gelmesinden çok önce, onun yeniden yapılandırılması için, bu karanlık yanın, bir ölüm, çürüme ya da simyada siyahlık diye adlandırılan bir süreçten geçmesi gerekiyor.

Belki de rüya bir uyarıydı ya da gelecek olaya beni hazırlıyordu, fakat bu hazırlık bilinçli değildi. Ya da gelecek deneyimin yoğunluğunu ve dozunu arttırıyordu. Bu rüya benim psikolojik ve ruhani hayatımdaki çok önemli bir değişime işaret ediyordu, öyle ki romantik ilişkimin aniden sonlanması bu köklü değişim sürecini başlatmakta yeterli olmazsa diye, konuyu iyice gözüme sokuyordu. Rüyam aynı zamanda Yüksek bir Prensibin yaşamımı yönettiğine dair bana net bir  işaret de vermişti. Ben kaotik bir evrende, şans eseri yaşayan bir kurban değildim, aksine acımın bir anlamı vardı ve bu acı, beni farklı bir yola sokarak, kendi yaşam amacıma yönlendiriyordu. Bu anlam, bana yön duygusu kazandırdı ve duygusal kaosu ve depresyonu aşmamı sağladı.

Bu örnekte, açıkça görüyoruz ki içsel durum (rüya) dışsal olaya (Hindistan’daki düğün) neden olmadı, ya da Hindistan’daki düğün, ruhun yakında karşılaşacağı dönüştürücü deneyimi detaylı bir şekilde gösteren bir rüyaya neden olmadı. Jung’u takip edersek, bilinç dışının ya da Eros ya da Benlik arketipinin bu eşzamanlılığa neden olduğunu da söyleyemeyiz. Bunun yerine, nedensizlik ilişkisinin, kendisini hem subjektik hem de objektif olarak anında gösteren doğaüstü bir anlam olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamın amacı, bireyselleşmenin bir ifadesi olarak, bireyin dönüşümüdür.

Bu örnek gösteriyor ki bilgi, bilinen duyusal kanallar yoluyla değil de, doğrudan ruhun içine giriyor ve eşzamanlılık boyutunu da aşan bir mekana ve zamana işaret ediyor. Belki de eşzamanlılığın en önemli yönü, deneysel olarak hem ruhun hem de maddenin altında yatan birliği vurgulamasıdır ve eşzamanlılığın bu kadar gizemli olmasının nedeni belki de budur.

Jung psikolojisinde, büyük dönüştürücü bilgeliğin içsel dünyada, rüyalarda, fantezilerde ve hislerde yattığına dair görüş açıktır. Fakat eşzamanlılık gösteriyor ki genellikle bu bilgelik, bu dönüştürücü anlam, kendisini içsel ve dışsal dünyada aynı anda ifade eder. Bunu takdir etmekse, dünyayı daha büyülü ve ilahi bir yer kılar. Astrolojik bir bakış açısıyla bakarsak, bilgeliğin sürekli olarak gezegensel hareketler yoluyla bizimle konuştuğunu söyleyebiliriz.

IV.Astroloji  ve Eşzamanlılık: Uyumlu mu Uyumsuz mu?

Eşzamanlılığı astrolojiye uygularsak şunu söyleyebilirim; içsel subjektif durumum, objektif gezegensel pozisyonlar ile bir ilişki içindedir. Güneş’ime karşıt açı yapan Satürn transiti, depresyonumun nedeni değildir fakat hem gezegenin konumu ve hem de depresyonum, geleneksel astrolojik yorumlarda gösterildiği gibi aynı arketipsel anlamı ifade eder. Her ne kadar eşzamanlılık astrolojiyi değerlendirmek için iyi bir çerçeve sunsa da, bu göründüğü kadar kolay değildir.

Buna ilişkin iki problemden söz edeyim: ilki anlam ile diğeri ise eşzamanlılığın sıklığıyla ilgili. Jung, eşzamanlılık için anlamın zorunlu bir kriter olduğunu vurguluyor. Anlam olmadan, içsel ve dışsal olaylar, sadece bir tesadüften ibarettir. Fakat bizim iddiamız ise, deneyimimizdeki anlamdan haberdar olalım ya da olmayalım, astrolojinin her zaman iş başında olduğu şeklinde.  Aslında daha da ileri gidip diyoruz ki, astroloji, ondan hiç haberi olmayanlar için bile çalışıyor.

Eşzamanlılık, ruh ve maddenin altında yatan birliğin, düzensiz ve seyrek vuku bulan, yaratıcı bir patlamasıdır. Eğer ciddi bir psikolojik veya ruhani krizde değilseniz, eşzamanlılık deneyimleri, yukarıda anlattığım gibi, seyrektir. Astroloji ise, tam tersine, günün 24 saati, yılınsa 365.25 günü aktiftir.  Anlam olsun ya da olmasın, astroloji Carl Sagan için çalıştığı gibi, senin ya da benim içinde durmadan çalışır.

Bu problemleri çözmek için öncelikle, düğün rüyası örneğindeki gibi bir eşzamanlılığı, Jung’un,  “genel nedensiz düzenlilik” olarak adlandırdığı bir ilkenin özel bir tezahürü olarak değerlendirdiğini bilmek gerekiyor. [10] Diğer bir deyişle, eşzamanlılık, genel nedensiz düzenlilik ilkesinin alt kümesidir; bu ilke, fenomenler arasındaki “kanuna” uygun fakat nedensiz ilişkileri kapsar. Genel nedensiz düzenlilik, astroloji, paranormal olaylar ve kuantum fenomenleri tarafından paylaşılan geniş bir kategoridir.  Eşzamanlılık ise, anlam ile olan bağlantısından dolayı diğerlerinden ayrılır. Bir çok insan bu daha geniş kavramı göz ardı ediyor,  bunun ana nedeni de Jung’un bunun hakkında çok az konuşması ve onun fizik ile ilgili verdiği örnekler gibi, bazı söylediklerinin de aslında yanlış olmasıdır. Bu daha kapsamlı fenomenler sınıflandırmasında, anlam olmayabilir fakat nedensiz bağlantılar çok önemlidir.

Ben genel nedensiz düzenlilik fikrine, ayrı bir şekilde açıklık getirdim [11] ve bunu parapsikolojik olaylar ile eşzamanlılık arasındaki farkı açıklamak için kullandım. – Bu Jung’un yapmadığı bir şey. Bu sürekli ve tekrar üretilebilir nedensiz fenomenler, anlamdan ayrıdır, ama yukarıda bahsedilen eşzamanlılık durumunda ise seyrektir.  Önermem şudur; astroloji eğer herhangi bir bilinçli anlam olmaksızın durmadan çalışıyorsa, onu genel nedensiz düzenliliğin bir ifadesi olarak görebiliriz. Bu daha başka bir yerde yapılması gereken teknik bir tartışma, bu yüzden size bunu özetleyen bir şema göstereceğim.

Genel nedensiz düzenliliğinin bu kapsamlı sınıflandırması yardımcı olsa da, hala bazı ayrıntılar var. Satürn transitinin benim depresyonumla olan anlamlı fakat nedensiz ilişkisine odaklanmak yerine, daha ilginç bir örneğe göz atalım. Doğum haritamda Mars, 1. evde Oğlak’ta, Yükselen’imin 2 derece yakınında. Mars’ım, 4. evde Boğa’daki Jüpiter-Satürn kavuşumuna (2 derece orbla) kesin bir üçgen açı yapıyor.  Mars’ın Sabian Sembolü cümlesi ise şu şekilde: “Bir doğa öğrencisi ders veriyor ve dinleyicilerden önce uzak diyarlardaki mucizelerin dans eden resimlerini hayal ediyor.” (Bazen Mars miğfer giyer) Tabi ki, bu konfigürasyonu derinlemesine anlamak için, gezegenleri, burçları, açıları ve  Sabian sembollerini içeren tüm astrolojik sembolizmi çalışmamız ve sonrasında bu sentezi anlamlandırmamız gerekir. Bu şu anda yapabileceğimiz bir şey değil. Rick Tarnas beni buraya konuşmacı olarak çağırdığı gün, transit Jüpiter, Mars’ımla kesin bir kavuşum açısı ve Satürn-Jüpiter kavuşumuna da üçgen açı yapıyordu.

Buradaki dışsal olay nedir? Mars’ın aldığı Jüpiter transiti. Eğer durum buysa, o zaman bunun Tarnas‘ın aramasıyla ilişkisi nedir? Bu kesinlikle haddinden fazla objektif. Konuşma sesli mesaj kaydına geçmişti. İçsel psikolojik durum nedir? Bunu, yukarıda anlattığım rüyadaki gibi kolaylıkla tanımlamak pek mümkün değil. Anlam nedir? Bu örnek, tipik astrolojik bir örnek olmasına rağmen, eşzamanlılık çerçevesine uyan açık ve düzgün bir örnek değil.

Astrolojik örneğimde, eşzamanlılıkta yaptığımız gibi, subjektif ve objektif unsurları nasıl tanımlayacağımız açık değil. Doğum haritası, transitler ve telefon görüşmesi, bunların hepsi objektif. Subjektif durum, tipik eşzamanlılık deneyimindeki gibi, ne açık ne de dışsal olaylarla bariz bir ilişki içerisinde. Açık olmamasına rağmen, kendi entellektüel izolasyonumdan çıkma isteğimin, subjektif bir durum olduğunu söyleyebilirsiniz, fakat egosal istek, egoyu dönüştürmek için gereken anlam arayışı için uygun bir ön koşul olamaz. Zaten bu hükümleri şu anda vermek çok zor çünkü deneyim, bu olayların anlamıyla birlikte hala canlı.  Fakat bu uyumluluk, mükemmel olmaktan çok uzak.Belki bu astroloji örneğinin de, eşzamanlılık kategorisinden çıkarılması ve paranormal olayların ve kuantum mekaniğinin içerisine yerleştirilmesi gerekiyor. Fakat bu açıklama da tatmin edici değil çünkü paranormalden ve kuantum mekaniğinden ayrı olarak, bunun benim kendi bireyselleşme sürecimle önemli bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar nedensiz düzenlilikle ilişkilendirsem de, bu da astrolojiyi tüm ayrıntılarıyla kapsayabilecek bir çerçeve değil. Burada bir bilmeceyle baş başayız. Astronomiyi ve astrolojiyi anlamak için kaydedilen gelişmeler genellikle pürüzsüz ve kolay bir şekilde ilerlemiyor. Belki eşzamanlılık kavramının değiştirilmesi ya da Jung’un yaptığı tanımın ötesine taşınması gerekiyor. Yani hala yapacak çok iş var.

V. Ruhun Kozmosa Dönüşüne Yardımcı Olmak

Burada astrolojinin gelişebileceği bazı alanlarla ilgili önerilerde bulunacağım, böylelikle astrolojinin ruhun kozmosa geri dönüşünde daha etkili bir yardım sunacağını düşünüyorum. Önerilerim, astrolojiyi Batı’daki entelektüel ana akımın içerisine getirmeyi amaçlıyor. Herkesin bunu istemediğinin farkındayım fakat ben, miğferle hippiyi barıştırmaya çalışıyorum. Kendi ihtiyaçlarımdan daha önemli olan şeyse, astrolojinin modern batılı entelektüel geleneğe dahil edilmesinin, kültürümüzün çaresizce ihtiyaç duyduğu dönüşümü için itici bir güç olacağına dair inancımdır. James Hillman’ın hem yazılarında hem de konuşmalarında sürekli belirttiği gibi, psikoloji danışma odasından çıkıp sokaklara ve politik mecralara kadar girmelidir. Astroloji için de aynısının geçerli olduğunu düşünüyorum. Astroloji de, marjinal ve kültür-karşıtı duruşundan çıkıp, kültürümüzün çok ihtiyaç duyduğu fikirlerini ve değerlerini yayabileceği entelektüel ana akıma dahil olmalıdır.

1.İstatiksel Çalışmalar ve Gölgeyi Bütünleştirmek

Astrolojinin gelişmiş istatiksel kanıtlara ihtiyacı var. Evet, bazı istatiksel çalışmalar yapıldı, özellikle Michel Gauquelin tarafından. Fakat birkaç örnekten daha fazlasına ihtiyacımız var. Konuya açıklık getirmek için, kısaca entelektüel çevrelerde en az astroloji kadar kötü bir üne sahip olan parapsikolojiden bahsetmek istiyorum. Son on iki yılda yürütülen titiz laboratuvar testleri ve çalışmaları sonucu, psikokinezi (zihnin maddeyi etkilemesi) ve uzaktan algı (Duyusal olmayan kanallar aracılığıyla bilme) gibi bir dizi parapsikolojik etkilerle ilgili, tekrarlayabilen ve sağlam istatiksel kanıtlar mevcut. Bu sonuçları ayrıntılarıyla tartışamam fakat bu dikkatli çalışmalar sayesinde, şüpheci bilim adamları bile burada potansiyel olarak büyük öneme sahip, tekrarlayabilen ve gerçek bir şey olduğunu kabul ediyor.

Bu sonuçların bu kadar ikna edici olmalarının nedeni, bunların inatçı ve tutucu septiklerin (şüpheciler) yardımıyla elde edilmiş olmasıdır. Eleştirenleri kötülemek ya da gölgeyi onlara yansıtmak yerine, parapsikologlar bu eleştirileri çalışmalarının her seviyesine entegre ederek, laboratuvar protokolleri hazırladılar, veri topladılar ve yüksek kalitede matematiksel analizler yaptılar. Tutucu septiklerin rehberliğinde ve gelişmiş meta-analitik tekniklerle yapılan bu araştırmalar,  paranormal fenomenlerin test edildiği en ünlü merkezlerinden biri olan Princeton Engineerin Anomalies Research Lab-one laboratuvarının başkanını üniversiteme davet etmeme olanak sağladı. Fenomenlerle ilgili detaylı açıklamaları yoktu ama deneysel sonuçlar, en şüpheci meslektaşıma bile karşı koyacak güçteydi.

Belki astroloji, paranormal olaylarla ilgili bu istatiksel çalışmalardan ilham alabilir. Şunun kesinlikle farkındayım: astroloji, birçok incelikli aşamadan oluşan sembolik bir yoruma sahiptir ve salt istatiksel rakamlarla değerlendirilemeyecek kadar da komplekstir. Bununla birlikte, psikolojik testler  yıllar içinde oldukça gelişti ve bu teknolojiyi astrolojik konfigürasyonların bağlantıları için gereken uygun veriyi toplamak için kullanabiliriz. Her ne kadar bu, bir çok araştırma ekibi gerektiren büyük bir girişim olsa da, uygun şekilde toplanan veriler ve güçlü bir istatiksel analiz, dikkat çekici ve önemli bağlantıları ortaya çıkarabilir. Eğer çıkarmazsa, o zaman yine değerli bir şey öğrenmiş oluruz ve neden böyle bağlantıların var olması gerektiğine inandığımızı anlamaya çalışırız.  Parapsikologları takip edebilir ve zaten var olduğunu bildiğimiz bağlantıları test edecek deneyleri tasarlarken de eleştirilerden faydalanabiliriz. Tabii ki böyle çalışmalar, eski astrologların bilmediği, yeni astrolojik bilgiler üretecektir. 

Bazı astrologlar, astroloji için istatiksel doğrulamaya başvurmaktan endişe duyabilir; onun derin ve çok düzeyli sembolizmine hiç uygun olmayacak bir şekilde, astrolojiyi tamamen bilimsel bir çerçeveye sığdırmaya çalışıyor gibi görünebilirim. Bundan endişe edilmesine gerek yok. Ben sadece, üzerinde astrolojinin canlı ve rengarenk bayrağının dalgalanabileceği ve gücünü de doğrulanmış istatiksel verilerden alan sağlam bir bayrak direği olsun istiyorum. Astrolojiyi, bir bilim dalı haline getirmek ne mümkündür ne de istenen birşeydir.

Sorabilirsiniz, “Bu araştırma programlarını finanse edecek parayı nereden bulacaksın?” Ulusal Bilim Vakfı ya da NASA kesinlikle ilgilenmez.” Parapsikologlar burada bize yine ilham olabilir. Çünkü onlar bu parayı, davalarına en çok inananlar sayesinde buldular. Ayrıca az parayla çok iş başardılar.

2. Teorik Astroloji

Eşzamanlılık tartışmasından da anlayacağımız gibi, astrolojinin tutarlı, kolay anlaşılır ve bilimsel bir çerçeveye ihtiyacı var. Hindsight Projesi bunu göstermeyi amaçlıyor ve onların çabalarını destekliyor ve alkışlıyorum. Fakat kendi görüşümü, fizikle ilgili olarak boş zamanlarımda yaptığım gibi, bir fikir deneyinden geçirerek dramatize etmeme izin verin. Son bir kaç yıldır, astronomlar, ilk defa yakınımızdaki yıldız sistemleriyle ilgili sağlam kanıtlara ulaştılar. Son araştırmalara göre 10 tane  varlığı ispatlanmış gezegen var. Şimdi biliyoruz ki, kendi güneş sistemimizde olduğundan daha fazla gezegen kendi sistemimiz dışında mevcut. Bir astronot ekibinin gezegensel sistemi araştırmak üzere uzaya çıktığını hayal edelim. Buradaki seyircilerin torunlarının yaşayacakları zamanlarda bu mümkün olacaktır. Bu bilimsel misyon için, astrologlar komitesi de, kendi ekibinden bir astroloğu seçebilir. (Bu hayali bir bölümdür!) Astronom, yakınlardaki gezegensel sistemin fiziksel ayrıntılarını araştırırken, astrolog da, astronotların bu diğer sistemin içinde olmaktan nasıl etkilendiklerini araştırıyor. Onların bu deneyimi sadece kendi güneş sistemimizdeki astrolojik olaylardan mı yoksa diğer sistemdeki olaylardan mı etkileniyor? Ya da ikisini birden mi hesaba katmamız gerekir? Astronot-astrolog birlikte bu soruya nasıl bir yanıt bulurlar? Yer değiştirme haritası mı çıkarmalıyız? (Konuşmadan sonra kendi favori astronot-astrolog ikilisi için oy verebilirsiniz)

Bu basit fikir deneyinin, böylesi geniş çeşitlilikteki cevapları kabul etmesi,  benim “Teorik Astroloji” için gerekliliği vurgulamamın bir yolu. Ben, bir doğum haritasını ya da transitleri ve progresyonları yorumlayan pratik astolojik uygulamadan bahsetmiyorum, daha çok  astrolojinin felsefi ve bilimsel temelini oluşturan düşünce yapılarının ve önkoşulların altını çiziyorum. Astrolojinin, bütünsel bir dünya görüşüne sahip olduğunu ve nedensiz bağlantılarla dolu olduğunu söylemek yeterli değil. Hintsight Projesinin kadim astrolojik metinleri – ne kadar değerli olsalar da – çevirmeleri, öteki gezegen sistemine giderken uzay gemisinde bir astroloğun da olması gerektiği konusunda NASA’yı ikna etmek için yeterli değil.

Eğer Kepler’ı canlandırsaydık, şüphesiz o modern astrolojiyi kabule ederdi ve modern astrolojik yazılımdan, Satürn-ötesi gezegenlerden ve asteroidlerden büyük mutluluk duyardı. Fakat onun zamanından bugüne kadar, astronomi alanındaki bu olağanüstü bilgi patlamasının tersine, astroloji alanında ne kadar az şeyin değiştiğini görseydi de şok olurdu. Kepler’in Gezegensel Hareket Yasaları, Galileo’nin Bilimsel Metot formülasyonu, Newton’un mekaniği ya da Einstein’nın genel izafiyeti ile kıyaslayabileceğimiz astrolojik bir gelişme var mı?

Kültürümüz tarafından çok desteklenen astronomi ve modern fizik ile teorik astrolojiyi karşılaştırmak muhtemelen adil olmaz ama astrolojinin daha geniş çevrelerde hak ettiği yeri alması için, sağlam bir teorik yapıya ihtiyacı vardır. Eski metinlerden ilham alsak da, ne Ptolemy ne de Plotinus bize tüm cevapları veremez. Felsefeyle ve bilimle uyumlu olarak, yeni, kapsamlı ilkelere ve formüllere sahip teorik bir astroloji anlayışına ihtiyacımız var.

Bugün astronominin altın çağıdır. Doğanın “teorik” bir algıyla kavranmasının,  gelişmiş elektronik ve bilgisayar sistemiyle birleşmesi sonucu, astronominin gelişimi büyüleyicidir. Uyumlu bir teori, modern psikolojik test araçları, gelişmiş istatiksel metotlar ve modern bilgisayar teknojisi ile astroloji de kendi altın çağını yaratabilir.

VI. Bilim Astrolojiden Ne Öğrenebilir?

Şimdiye kadar gördük ki astrofizikçiler, teorilerinin ve titiz deneylerinin bilimsel değerlerini astrolojiye empoze ediyorlar. Ama ben bilimin astrolojinin değerini anladığı takdirde, ondan çok şey öğreneceğine inanıyorum. Astrolojinin çok ciddi katkıda bulunabileceği belirli bir alandan bahsetmek istiyorum.

Son altı yıldır, bilinçle ilgili çalışmalara ilgi arttı. Örneğin, yaklaşık on ay önce “Tucson II: Bilinç Bilimine Doğru” bir konferans düzenlendi. Bir hafta boyunca binlerce bilimadamı, filozof ve psikolog, bilincin sinirsel bağlantısı, subjektif deneyimin temel doğası, mistisizm bilinci anlamızda nasıl yardım edebilir, bilincin kuantum modelleri vb.  konularda fikirlerini paylaştılar.

Her ne kadar bir fizikçi olarak bilincin kuantum modellerine büyük ilgi duysam da, bunların temelde hatalı olduklarını düşünüyorum. Böyle modeller, astrolojiden koparak, kendilerini sistematik olarak subjektiflikten zaten ayırmış bir bilimden aldıkları “sahte” subjektifliği bireye aşılamaya çalışıyor. Diğer bir deyişle, Kepler’de sonra bilimadamları objektiflik yemini ettiler ve ruhun merkezi olan sıbjektifliği bilimden atmaya karar verdiler. Bilimsel yapı ne kadar güçlü ve güzel görünürse görünsün, subjektifliği bugünki bilim anlayışıyla kavramaya çalışmak, sağır bir adama gök gürültüsünü ya da kuş seslerini anlatmaya benzer. Eğer astrolojinin, subjektif deneyimin gezegensel konumlarla bağlantılı olduğunu söyleyen temel önermesi parapsikoloji örneğindeki gibi kanıtlanırsa, bilinç çalışmalarının ve genel anlamda bilimin yenileneceğini düşünüyorum.  Böylece zihin kafatasımdan çıkıp kozmosa gidebilir. Belki geleceğin astrolojisiyle, ruh, kozmosa olduğu gibi bilimin içine de girebilir.

Konuşmamı geçen gece buradan bir blok ötede gördüğüm bir olayı anlatarak bitirmek istiyorum. Orada belirli bir köşede, kimin dilenmeye hakkı olduğunu tartışan iki dilenciyle karşılaştım. Çoğumuz için dilencileri görmek gayet normal. Fakat bu ağız kavgasını görünce, dünyanın en zengin ülkesinin, yurttaşlarının bu kadar kötü bir şekilde kaybetmelerine nasıl izin verdiğini düşündüm. Bunun nedeni hiç süphesiz “kazanan hepsini alır” ekonomi anlayışı. Eğer astroloji entellektüel ve kültürel mirasımızın içine yerleştirilirse, gezegenlerin kozmik dansındaki birlik, tüm insanlığın ve gezegenin refahı için duyduğumuz “ortak” sorumluluk şeklinde kendisine  ifade bulabilir. 

Türkçesi: Gözde Kara

Kaynaklar:

  1. Bart J. Bok and Lawrence E. Jerome, Objections to Astrology (Buffalo, NY: Prometheus Books, 1975).
  2. Percy Seymour, The Scientific Basis of Astrology (New York, St. Martin’s Press, 1992).
  3. Ibid.
  4. Victor Mansfield, Synchronicity, Science, and Soul-Making, (Chicago, IL: Open Court Publishing, 1995).
  5. William Keepin takes such a position in his article “Astrology and the New Physics: Integrating Sacred and Secular Sciences, The Mountain Astrologer, August/September, 1995, p. 12.
  6. Plotinus: The Enneads, translated by Steven MacKenna (Burdett, NY: Larson Publications, 1992).
  7. Alice O. Howell, Jungian Synchronicity in Astrological Signs and Ages (Wheaton, IL: Theosophical Publishing House, 1990).
  8. Mansfield, Synchronicity, Science, and Soul-Making.
  9. William Butler Yeats, Selected Poems and Three Plays of William Butler Yeats, third edition, edt. M.L. Rosenthal (New York: Collier Books, 1986).
  10. Jung, Structure and Dynamics of the Psyche, Collected Works, Volume 8 (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1978), p. 516.
  11. Mansfield, Synchronicity, Science, and Soul-Making, pp. 26-36. See also Mansfield, “Distinguishing Synchronicity from the Paranormal: an Essay Honoring Marie-Louise von Franz,” prepared for a volume of essays in honor of her eightieth birthday and available at http://www.lightlink.com/vic.
Close