KRAL-SAVAŞCI-BÜYÜCÜ-AŞIK

OLGUN ERKEKLİK ARKETİPLERİ YENİDEN KEŞFEDİLİYOR

Robert Moore/Douglas Gilette

BÖLÜM II (Şekil için tıklayın)

ERKEK PSİKOLOJİSİ:

Bizim belirlediğimiz kadarıyla olgun erkeklik enerjilerinin 4 temel biçimi Kral-Savaşçı-Büyücü ve Aşıktır. Hepsi birbiriyle çakışır ve ideal olarak birbirini zenginleştirir. İyi bir Kral aynı zamanda bir Savaşçı, Büyücü ve Aşıktır. Aynı şey diğer üçü için de geçerlidir. Arketipler, gizemli yapılar ya da enerji akışlarıdır. Bir insan için bütün potansiyelini gerçekleştirmek fazlasıyla zordur. İçimizdeki bebekle yaptığımız mücadele, bu yetişkin potansiyeli gerçekleştirmeye karşı çok büyük bir “yerçekimsel” tepki yaratır. Egolarımız kurul başkanına benzer. Ve kurul üyeleri de içimizdeki arketiplerdir. Her biri dinlenmek, duyulmak ihtiyacındadır. Her biri kendi ayakları üstünde durmak ve kendi katkısını yapmak ister. Fakat o kişinin bütünlüğü Egonun süpervizyonu altında gerçekleşir ve yaşamlarımızdaki belirleyici kararları vermek ona düşer.

KRAL:

Kral enerjisi tüm erkeklerde temel bir yapıdır. Freud, Kral enerjisi için “İlksel kabilenin ilksel babası” der. Ve bir çok bakımdan Kral enerjisi, Baba enerjisidir. Kral, Baba arketipine temel teşkil etse de daha yoğun ve daha temel önemdedir. Tarihsel olarak krallar her zaman kutsanmıştır. Ama ölümlü erkekler olarak görece daha önemsiz olmuşlardır. Önemli olan krallık ya da kral enerjisinin kendisidir. Bir kral ölünce, yerine geçecek kişi tahtı beklerken söylenen ünlü sözü herkes bilir; “Kral öldü,yaşasın kral” Kral enerjisine vücut veren insanlara, ülkesine, evrene hizmet için belli bir süre bu işi üstlenen ölümlü erkek, bu üretken ve düzenleyici arketipi, dünyaya ve insanların yaşamına getirebilecek insani bir araçtır.

BÜTÜNSEL KRALIN İKİ İŞLEVİ:

Erkek çocuk psikolojisinden Erkek psikolojisine yapılan bu geçiş, Kral enerjisinin iki fonksiyonu sayesinde olur. Bunlardan birincisi düzen, ikincisi doğurganlık ve lutuftur. Kral “merkezî arketip” tir.Kutsal çocuk gibi, iyi kral da “Dünyanın Merkezi” dir. Eski Mısırlıların dünyanın “İlksel Tepe” dedikleri merkezî konumdaki dağda bulunan tahtında oturur. Ve tüm evren, bu merkezî yerden krallığın en uzak noktalarına doğru geometrik bir biçimde yayılır. İlksel Tepe, yeryüzü yaratıldıkça genişlemiş ve daha sonra bu merkezî düzenden tüm yaşam, tanrı ve tanrıçalar, insan canlıları ve onların her türlü kültürel başarıları doğmuştur. Antik Mezopotamya’da bu uygarlığın en büyük krallarından biri Akad’lı Sargon bir krallık kurdu; bir uygarlık yarattı ve kendini “Dört Bölgeyi Yöneten Adam” olarak adlandırdı. Antik düşüncede dünya sadece bir merkezden yayılmakla kalmaz, aynı zamanda geometrik olarak artı işaretiyle dört parçaya bölünmüş bir daire olarak tasarlanır. Merkezî Höyüğün imgeleri olan Mısır piramitleri pusuladaki dört ana yöne doğru, “dört çeyreğe” doğru yerleştirilmiştir. Antik haritalar, şematik olarak bu fikirle çizilmiştir. Ve tüm antik Akdeniz, Çin ve diğer Asya uygarlıkları aynı görünüme sahiptir. Kral enerjisinin bu işlevi, ölümlü bir kral aracılığıyla Kutsal Dünya’nın düzenleyici ilkesi ile krallık halkını bir araya getirmektir. İnsan kral bunu yasalar koyarak yapar. Yasaları yapar, daha doğrusu, Kral enerjisinden aldığı yasaları ulusuna aktarır. Bu düzenleyici işleviyle bağlantılı olarak Kral enerjisinin dışa vurduğu ikinci önemli şey doğurganlık ve lutuftur. Mitolojide ölümlü kral, Kral enerjisinin vücuda gelişidir. Ülke-Krallık, kadınsı enerjilerin temsilcisidir. Aslında kral sembolik olarak ülkesiyle evlidir. Eğer ölümlü kral dinç ve cinsel olarak kuvvetliyse, çok sayıdaki karısına ve metresine hizmet edebilir ve bir çok çocuk dünyaya getirebilir, böylece ülke yaşar. Kral enerjisi doğurganlığın yanı sıra lutfun da kaynağıdır. İyi kral daima bir insan neyi hak ediyorsa onu söyler ve krallığındaki iyi adamları fark edip sorumluluk isteyen yerlere onları yerleştirir.

Bütünsel Kral arketipi akılcı ve mantıklı olma, düzen, erkek ruhuna bütüncüllük ve bütünleşme sağlama gibi niteliklere sahiptir. Kaotik duygulanmaları ve kontrol dışı davranışları dengeler. Doğurganlığı ve toparlayıcılığı sayesinde yaşam gücüne ve neşeye aracılık eder. Süreklilik ve denge sağlar. İçsel düzen duygumuzu, varolma ve amaç sahibi olmanın bütünlüğünü, kim olduğumuzu bilmenin verdiği soğukkanlılık duygumuzu korur. Dünyaya tarafsız fakat saygılı bir gözle bakar. Başkalarını tüm zayıflıkları ve değerlilikleri ile görür. Onları onurlandırır ve yüreklendirir. Onlara rehberlik eder ve bütünsel varoluşları için yardım eder. Kıskanç değildir, çünkü Kral olarak kendi değerliliği içinde güvendedir. Kendimizdeki ve başkalarındaki yaratıcılığı ödüllendirir ve yüreklendirir. Özetle; Kral enerjisi, her insanın içindeki “İlksel Tepe”den gelen “Merkezi Ses”tir.

GÖLGE KRAL: TİRAN VE ACİZ

Bir çoğumuz kral enerjisini bütünsel olarak çok az yaşantıladığımızı itiraf etmek zorundayız. Onu parça parça hissetmiş olabiliriz, fakat gerçek şu ki bu olumlu enerji çoğu erkeğin yaşamında felaket derecesinde eksiktir. Daha çok yaşanılan Gölge Kraldır. Bütün arketiplerde olduğu gibi, Kral da aktif-pasif kutuplu bir gölge yapısına sahiptir. Gölge kralın aktif kutbuna Tiran, pasif kutbuna da Aciz diyoruz.

TİRAN; başkalarını sömürür ve taciz eder. Bir şeyin kendi çıkarına uygun olduğunu düşündüğü zaman katı yürekli, acımasız ve duygusuzdur. Başkalarını aşağılaması sınır tanımaz. Güzellikten, masumiyetten, güçlülükten, yeteneklerden, tüm yaşam enerjilerinden nefret eder, çünkü iç yapıdan yoksundur; kendi gizli zayıflıklarından, güçsüzlüğünden korkar, hatta dehşete kapılır.

Kral Davud ve Batşeba öyküsündeki Batşeba, Hititli Uriah’ın karısıdır. Bir gün Davud sarayın terasında yürürken Batşeba’yı banyo yaparken görür. Bu görüntüden dolayı o kadar heyecanlanır ki, kadını getirtir ve kendisiyle yatmaya zorlar. Teorik olarak ülkedeki bütün kadınların krala ait olduğunu hatırlayalım. Fakat onlar Kral arketipine aittir, ölümlü krala değil. Davud bilinçsizce kendini Kral enerjisiyle özdeşleştirir ve sadece Batşeba’yı almakla kalmaz, kocasını da öldürtür. Krallığın şansına, Davud’un kahin Nathan kılığındaki vicdanı onu suçlar. Davud, suçlamanın doğruluğunu kabul ederek tövbe eder. Özellikle Narsistik kişilik bozukluğu olan insanlar kendilerini gerçekten evrenin merkezi gibi hissederler (oysa kendileri toparlanmış, bütüncül değildirler) ve başkalarının onların hizmetinde olduğunu sanırlar. Başkalarına ayna vazifesi göreceklerine, doyumsuz bir şekilde onların kendileri için ayna olmasını isterler. Başkalarını görmek yerine, onlar tarafından görülmek isterler. Tiranın hükmettiği erkek, eleştiriye karşı çok duyarlıdır; korkutucu bir maskesi olsa da, en hafif bir uyarıda kendini zayıf ve çökmüş hisseder. Ama bunu size göstermez. Göreceğiniz şiddetli öfkedir. Bu öfkenin altında ise bir değersizlik, incinirlik ve zayıflık duygusu yatmaktadır.

Kralın iki kutuplu gölge sisteminin diğer kutbunda ACİZ vardır. Bu pasif kutbun gizli varlığı, kendini göstermek için “Bana tapın! Bana hürmet edin. Ne kadar önemli olduğumu anlayın” demek için duyulan açlığı açıklıyor. Acizin hükmettiği erkek, bütünlük, sakinlik ve kendine güven duygusundan yoksundur, hatta bunlar onu paranoyaya sürükler. “Paranoid olman başkalarının seni ele geçiremiyeceği anlamına gelmez” sözünü duyduğumuzda güleriz. Ele geçiremiyebilirler. Ama savunmacı ve düşmanımsı “onlar seni ele geçirmeden sen onları ele geçir” devreye girer.

KRALA ULAŞMA:

Sözde insan “krallar”ın, Kral enerjisine ulaşabilmeleri için yapılması gereken ilk şey Egolarımıza ondan ayrı bir kimlik kazandırabilmektir. Psikologların “Bilişsel uzaklık” dediği şeyi, hem Kral’ın bütünselliği hem de kopuk iki kutuplu gölge formlar için becermemiz gerekir. Aşırı gurur ve devasalığın karşıtı olan yetişkin yaşamındaki gerçekçi asalet, söz konusu enerjiyle ve diğer olgun erkeklik enerjileriyle sağlıklı bir ilişki kurmayı kapsar. Bunu başardığımızda kaygı düzeyimizin düştüğünü hissederiz. Toparlanmış, sakin hisseder ve içimizden gelen bir otoriteyle konuştuğumuzu duyarız. Kendimize ve başkalarına karşı lütufkar ve dürüst olma kapasitemiz olur. Başkalarını tanıyabilir, onları gerçekten oldukları gibi bütünlükleri içinde algılarız.

SAVAŞCI:

İnsanların genelde erkeksi enerjinin Savaşçı biçiminden haklı gerekçelerle rahatsız olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Kadınlar ondan özellikle rahatsız oluyor, çünkü çoğunlukla Savaşının gölge biçiminin doğrudan kurbanı onlar. Batıda “Yumuşak Erkek” çağına geçildi ve radikal feministler Savaşçı enerjiye karşı düşmanca seslerini yükseltiyorlar. İlginçtir ki, erkeksi saldırganlığın kökünü kazımaya çalışanlar, bu keskinlikleriyle, kendileri bu arketipin gücüne kapılmış oluyorlar. Sadece oylamayla Savaşçıyı dışlayamayız.Tüm arketipler gibi o da kendisine karşı bilinçli tavırlarımıza rağmen yaşamayı sürdürür. Ve bütün bastırılmış arketipler gibi yeraltına iner; ama sonuçta basınç sonucu yüzyıllarca sessiz kalan magma tabakasının yavaşça yukarı çıktığı bir volkan gibi, duygusal ve fiziksel şiddet biçiminde yeniden yeryüzüne çıkar. Eğer Savaşçı içgüdüsel bir oluşumsa, o zaman hep varolacaktır. Ve onunla yüzleşmemiz kaçınılmazdır.

BÜTÜNSEL SAVAŞÇI:

Savaşçı ne istediğini ve onu nasıl elde edeceğini bilir. Zihinsel açıklığının bir işlevi olarak strateji ve taktik uzmanıdır. Savaşçı, yaşamın kısalığını ve kırılganlığını bilir. Savaşçının rehberliğindeki bir erkek asla yaşamdan geri çekilmez. Çok fazla düşünmez, çünkü çok fazla düşünme kuşkuya, kuşku tereddüte, tereddüt de eylemsizliğe yol açar. Eylemsizlik kavgayı yitirmeye neden olabilir. Savaşçı bir erkek bu benlik-bilinci (kendisinin ve yaptıklarının sürekli farkında olma) diye tanımladığımız şeyden kaçınır. Eylemleri onun ikinci doğası olur. Bilinçdışı refleks hareketlerine dönüşür. Fakat bunlar büyük bir öz disiplin çalışması ile kazandığı eylemlerdir. Savaşçı görevlerine, kararlarına ve eylemlerine karşı tutkusuz ve duygusal olmayan bir şekilde bakar. Savaşçı eğitimi süresince, kendinizi korkmuş veya umutsuz hissettiğiniz olursa kendi kendinize “Korkuyorum” ya da “Umutsuzum” demeyin. Şöyle deyin; “Korkan biri var”, “Umutsuz biri var”, “Bu adam ne yapabilir?”. Tehdit edici bir durumu böylesi bir uzaklıkta yaşantılamak durumu tarafsızlaştırır ve daha açık, daha stratejik bir bakış açısıyla bakılmasını sağlar. Sık sık yaşamda gerilemeye ihtiyaç duyarız. Böylece bulunduğumuz duruma biraz daha uzaktan bakıp perspektif kazanarak, eyleme geçmeyi başarabiliriz. Savaşçı kılıcını bileyeceği bir odaya ihtiyaç duyar. Dış dünyadaki düşmanlarından ve kendi olumsuz duyguları şeklindeki iç düşmanlarından uzak kalmaya ihtiyacı vardır. Savaşçı çoğu zaman yıkıcıdır. Fakat olumlu Savaşçı enerjisi daha yeni, daha canlı ve daha erdemli bir şeyin doğması için yıkılması gereken şeyleri yıkar. Dünyamızdaki birçok şey -rüşvet, tiranlık, zulüm, haksızlık, saçma ve despotik hükümet sistemleri, şirketlerin performansını azaltan hiyerarşiler, tatmin etmeyen yaşam tarzları ve kötü evlilikler- yıkılmak zorundadır. Ve bu yıkma eylemi sırasında, Savaşçı enerji çoğunlukla yeni uygarlıklar, yeni ticari, sanatsal ve manevi serüvenler ve yeni ilişkiler inşa eder. Savaşçı enerji diğer olgun erkeklik enerjileriyle bağlantıya geçtiğinde gerçekten görkemli bir şey ortaya çıkar. Savaşçı, Kralla bağ kurduğunda bu güçlere sahip olan erkek, bilinçli olarak”ülkesine-krallığına” hizmet eder, kararlı eylemleri, zihinsel açıklığı, disiplini ve cesareti gerçekten yaratıcı ve üretkendir. Savaşçının Büyücü arketipi ile etkileşmesi, bir erkeğin kendisi ve kendi silahları üzerinde usta bir hakimiyet ve kontrol kurmasına olanak verir. Amaçlarını gerçekleştirmesi için gücünü doğru yönde kullanmasını sağlar. Aşık enerjisiyle oluşturduğu karışım, Savaşçıya şefkat ve tüm varlıklara yönelik bir bağlanma duygusu verir. Aşık, bir erkeği tüm düşkünlükleri ve zayıflıklarıyla birlikte insanlarla ilişki kurmaya yönelten olgun erkek enerjisidir.

Ne var ki, Savaşçı diğer arketiplerle ilişkisi olmadan iş başında ise, bu erkek bütünsel Savaşçıya ulaşmış olsa bile sonuç ürkütücüdür. Çünkü saf haldeki savaşçı duygusallıktan uzaktır. Bu savaşçının cinselliğe yönelik tutumunda çok açıkça görülür. Savaşçıya göre kadınlar ilişki kurmak, yakınlaşmak için değil, eğlenmek için vardır. “Bu benim tüfeğim, bu da benim cephaneliğim, bu Savaşmak için, bu da eğlencelik” diyen savaş şarkısını hepimiz duymuşuzdur. Bu tutum askeri kampların çevresindeki fahişelerin varlığını açıklar. Hatta savaşta ele geçirilen kadınlara tecavüz edilmesi şeklindeki korkunç geleneği de açıklar.

GÖLGE SAVAŞÇI: SADİST VE MAZOŞİST

Bir erkek,Savaşçının iki kutuplu gölgesine tutsak olduğunda kendisine ve etrafına büyük zarar verir. Yıkıcılık ve zalimlik tutkusunun esiri olan Sadist, çaresiz ve kırılgan olana, “zayıf” olana karşı bir nefret taşır. (Bu Sadistin içindeki gizli mazoşistir aslında) Yaşamlarımızı işgal eden bu yıkıcı Savaşçıyı görmek için fazla uzağa bakmamıza gerek yok. Çalışanlarını aşağılayan, rahatsız eden, haksız yere işten atan veya başka bir çok şekilde kötü davranan patronun varlığını üzücü de olsa kabul etmek zorundayız. Evlerimizdeki Sadisti, çocuk tacizi ve eş dövme ile ilgili korkunç istatistikleri de kabul etmek zorundayız. Bir insana sürekli en iyi performansıyla çalışması için büyük baskı uygulayan her meslek, bizleri Savaşçının gölge sistemine karşı korumasız bırakır. Eğer iç yapımız yeterince güvenli değilse, özgüvenimizi ayakta tutmak amacıyla dış dünyadaki performansımıza yaslanmak zorunda kalırız. Ve bu ayakta tutma ihtiyacı çok büyük olduğu için, davranışlarımız dayatmacı olacaktır. “Başarılı olmaya” takmış bir insan zaten kaybetmiştir. Sürekli mazoşistçe ve kendini cezalandıran davranışlarda bulunduğu halde, umutsuzca içindeki mazoşisti bastırmaya çalışır.

Mazoşist, Savaşçının Gölgesinin pasif kutbudur. Sadistin kin dolu davranışlarının altında kalan “itilmiş” ve “kırbaçlanmış hayvan”dır. Erkekler maço görüntülerinden korkmasalar da içlerindeki Korkaktan korkarlar. Mazoşist, Savaşçı enerjiyi başkalarına yansıtır ve bulunduğu erkeğin kendini güçsüz hissetmesine neden olur. Mazoşistin hükmettiği erkek kendini psikolojik olarak korumaktan acizdir. Başkalarının (ve de kendisinin) kendini ezmesine, sınırlarının ihlaline izin verir. Eğer mazoşistin yönetimindeysek, uzun bir süre fazlasıyla kötüye kullanılıp, ardından sözlü ve hatta fiziksel bir saldırganlıkla sadistik bir patlama yaşayacağız demektir. Arketip Gölgelerin aktif ve pasif kutupları arasındaki bu türden gidip gelmeler bu işlevsiz sistemlerin özelliğidir.

SAVAŞÇIYA ULAŞMA:

Eğer Savaşçıya doğru bir şekilde ulaşmışsak, enerjik, kararlı, cesur, dayanıklı, sabırlı ve kendi kişisel çıkarlarımızın ötesinde yüce bir şeye bağlı biri oluruz. Aynı zamanda, Savaşçıyı diğer olgun erkeklik enerjileri -Kral, Büyücü ve Aşık- ile mayalamamız gerekir. Savaşçıya doğru bir şekilde ulaşıp kullanırsak; mesafeli, sıcak, şefkatli, değerbilir ve üretken de oluruz. Kendimize ve başkalarına özen gösteririz. Dünyayı herkes ve her şey için daha iyi, daha doyurucu bir yer yapmak için savaşırız. Yaptığımız savaş, yeni, adil ve özgür olanın yaratılması için olur.

BÜYÜCÜ:

TARİHSEL ARKA PLAN:

Bazı antropologlar, çok eski geçmişte, Kral, Savaşçı, Büyücü ve Aşık erkeksi enerjilerin birbirinden ayrılmaz şekilde bir tek “Şef”te toplandığını ve böylece bu arketiplerin tüm işlevlerini bütüncül bir şekilde yerine getirdiğini düşünmektedir. Bu dört enerji de erkek benliğinde olduğu ve orada dengelendiği için kabilede kendisini bütün bir erkek olarak hissedip yaşayan tek erkek “benlik şef”ti. Bugün hâlâ yaşayan yerli topluluklarında olduğu gibi, bu erkek enerjileri birbirlerinden ayrı da olabilir. Şefin savaşçıları vardır. Ve büyücü (kutsal adam, cadı doktor veya şaman) vardır. Adı ne olursa olsun büyücünün özelliği başkalarının bilmediği şeyleri bilmesidir. Örneğin yıldızların hareketinin, ayın aldığı şekillerin, güneşin kuzey-güney yönünde dönmesinin sırlarını bilir. Toprağın ne zaman ekilip, ne zaman biçileceğini, hayvanların ne zaman döl vereceğini bilir. Hava durumunu tahmin edebilir. Tıbbi bitkilerin bilgisine sahiptir. İnsan ruhunun gizli dinamiklerini anlar ve bu sayede başkalarını iyi ve kötüye doğru yönlendirebilir. Büyücü, lutfu veya laneti etkili olan kişidir. Ruhların görünmeyen dünyası -Kutsal Dünya- ile insanoğlu ve doğa arasındaki bağlantıları anlar. İnsanlar soruları, problemleri, acıları, vücut ve akıl hastalıkları için ona başvurur. Kuşkusuz, bu gizli bilgi Büyücüye çok büyük bir güç verir.

Büyücünün bilgisinin, insanoğlu ve doğanın derinliklerini görmesinin bir yönü de, özellikle kralların ve de önemli devlet adamlarının kibirlenmesini engelleme kapasitesidir. Bir erkekteki Büyücü arketipi, onun “Aptal dedektifi”dir. İnkar edileni görür ve açığa çıkarır. Kötü olan iyi olanı maskelediğinde onu fark eder. Sonuçta, Saray Büyücüsü, Kralın psikoterapisti olur.

Kral Davud’un büyücüsü, kahin Nathan, bu terapi hizmetini birkaç kez krala uygulamıştır. Batşeba olayı özellikle dramatik bir örnektir. Davud Batşeba’yla hayatını birleştirip, kocası Uriah’ı öldürdükten sonra, Nathan sessizce Davud’un taht odasına gelir ve yanında durarak Davud’a bir öykü anlatır. Bir zamanlar biri zengin, biri fakir iki adamın olduğunu söyler. Zengin adamın bir sürü koyunu vardır. Fakirinse sadece küçük bir kuzusu vardır. Bir gün zengin adamı bir yolcu ziyaret eder ve zengin adam ona muhteşem bir ziyafet çeker. Koyunlarından birini kesmek yerine, fakir adamın kuzusunu alır, onunla ziyafet çeker. Kral Davud öfkeyle patlayarak bunu yapan kişinin ölümü hak ettiğini söyler. Nathan “Efendim,o sizsiniz” diye yanıtlar. Davud tövbe eder. Ondan sonra daha az kibirli olur. Kral Arthur’un büyücüsü Merlin de aynı işlevi görmüştür. Merlin, Arthur’un varlıkları anlamasına yardım eder ve zamanla Arthur’un kibirini azaltır.

Eski Yunan’da “Gnostisizm” denen bir hareket vardı. “Gnosis” derin psikolojik ve ruhsal düzeyde “bilme” anlamında Yunanca bir sözcüktür. Gnostikler insan ruhunun içsel derinliklerini ve evrenin gizli dinamiklerini bilirlerdi. Gerçekten de onlar ilk derinlik psikologlarıdır. Erken dönem Hıristiyanlarının büyücüler üzerindeki baskısına rağmen Büyücü Arketipi, hiçbir içgüdüsel ruhsal enerjinin yok olmayışı gibi, kuşkusuz yok olmadı. Bu gizli bilgi geleneği Avrupa’da ortaçağda “Simya” olarak yeniden ortaya çıktı. Çoğumuz simyayı bazı bildik malzemelerden altın etme çabası olarak biliriz. Ama Simya aynı zamanda simyacıların içgörü, öz farkındalık ve kişisel dönüşüm -yani daha yüce bir olgunluğa geçiş- için kullandıkları bir manevi teknikti. Modern bilimlerin -özellikle Kimya ve Fizik bilimlerinin- doğmasını sağlayan büyük oranda simya idi. Modern bilimin eski büyücülerin çalışmalarında olduğu gibi iki bileşeni içermesi ilginçtir. Birinci bileşen “Teorik bilim” Büyücü enerjisinin bilen yönüdür. İkincisi “Uygulamalı bilim” ise gücün nasıl elde edilip kullanılacağını bilen yönüdür. Yani Büyücü enerjisinin teknolojik yönüdür. İki bilim dalı; “Atom Fiziği” ve “Derinlik Psikolojisi”  Büyücü enerjisinin maddi ve psikolojik yanlarını bütüncül bir şekilde bir araya getiren eski büyücülerin çalışmalarını halen sürdürmektedir. Jung ilk bilinçdışı haritalarını yaparken, kendisinin insan ruhundaki arketip yapılar ve enerji akımları hakkında keşfettikleriyle, Max Planc’ın Quantum Fiziği arasındaki benzerlikler nedeniyle derinden sarsılmıştı. Jung, modern insanların çoğunlukla görmezden geldiği maddi evrenimizi borçlu olduğumuz enerji dalgaları gibi yükselip alçalan canlı bir imge ve sembol dünyasıyla karşılaştığını fark etti. Jung’a göre, bu ortaklaşa bilinçaltı, atomaltı fizikçilerinin görünmeyen enerji alanlarına çok benziyordu ve her ikisi de Gnostiklerin “Pleroma” dedikleri gizemli şeyi andırıyordu. Bu saklı dünyanın bilgisi Büyücünün yetkisindedir ve çok ustaca kullanılmalıdır. Psikoterapide bütün analistler, belirli bir anda analize giren kişinin ne kadar açılması gerektiği konusunda dikkatli olmak zorunda olduklarını bilirler. Bilinçdışı enerjilerin gücü öyle büyüktür ki, eğer kontrol edilemez ve yönlendirilemezlerse, doğru zamanda ve doğru miktarda kullanılamazlarsa, Ego yapısını paramparça ederler. Uygun “dönüştürücüler” ve koruma amaçlı uygun “yalıtıcı” olmaksızın fazla güç analize girene ağır gelir ve ona zarar verir. Saklı bilginin açığa çıkması iyice ölçülüp biçilmelidir, çünkü Egodan saklı tutulmalarının önemli nedenleri vardır.

BÜTÜNSEL BÜYÜCÜ:

Büyücü enerjisi temel olarak farkındalık ve içgörü arketipidir, ama aynı zamanda açıkça görülmeyen ve önyargısız her çeşit bilginin de arketipidir. Psikolojide “Gözlemci Ego” denen şeyi yöneten arketiptir. Derinlik Psikolojisinde, bazen Ego önem bakımından bilinçdışına göre ikincil sayılsa da, aslında Ego yaşamda kalmamız açısından vazgeçilmezdir. Ego sadece başka bir enerji biçimi -bir arketip veya bir kompleks (Tiran gibi arketipik bir gölge)- tarafından ele geçirildiği, şişirildiği veya o enerjiyle özdeşleştiği zaman yanlış işlemeye başlar. Asıl rolü geride durup gözlem yapmak, ufuktakileri anlamaya çalışmak, içeriden ve dışarıdan gelen verileri toplamak ve ardından erdemi (iç ve dış güçleriyle ilgili bilgisi, yön vermedeki teknik becerisi) sayesinde gerekli yaşamsal kararları vermektir. Büyücü tek başına hareket etmek kapasitesine sahip değildir. Bu sadece Savaşçının özelliğidir. Fakat Büyücü düşünme kapasitesine sahiptir. Büyücü çoğunlukla bir kriz esnasında ortaya çıkar. İnsanlar zor koşullarda kutsal denebilecek bir zaman ve mekan algısı yaşarlar, çünkü bu algı, bizim normal olarak yaşantıladığımız zaman ve mekandan çok farklıdır. Büyücü ve onun en gelişkin insan biçimi olan şaman, bilgi ve teknolojinin sevgiyle uygulanması aracılığıyla tüm varlıkların varoluşsal tamlıklarını hedefler.

GÖLGE BÜYÜCÜ:

MANİPULATÖR VE İNKARCI “MASUM”:

Gölge Büyücünün aktif kutbu özel bir anlamda “İktidar Gölge”dir. Bu gölgenin altındaki erkek, Büyücünün yaptığı gibi başkalarına rehberlik etmez; tersine onları fark edemedikleri bir şekilde yönlendirir. Onun ilgisi, diğer insanlara daha iyi, mutlu ve doyum verici bir yaşam vermeye yönelik değildir. İnsanların işine yarayacak bilgileri onlardan esirgeyerek istediği yöne çeker. Manipülatör üstünlüğünü ve büyük öğrenme gücünü göstermeye yetecek az miktardaki bilgiyle yetinir. Gölge Büyücü sadece insanlardan kopuk değil kabadır da. Ne yazık ki, bunun iyi bir örneği üniversitelerde bulunabilir. Zeki, özel yetenekli ve çalışkan birçok üniversite öğrencisi, profesörleriyle yaşadıkları Gölge Büyücü deneyimlerini anlattılar bize. Profesörler, Büyücüyü uygun bir şekilde kullanıp, bu genç insanların gelişmiş bilimsel çalışmalara girmesine hizmet etmek yerine; neredeyse alışkanlık halinde öğrencilerinin şevkini kırmak amacıyla onlara saldırırlar. Bu erkekler gizli bilgilerini öncelikle kendi amaçları için kullanır, başkalarının çıkarı ancak ikincil olarak gündeme gelebilir. Manipülatörün hükmü altındaki erkek, insani değerler dünyasından sinik kopuşu ve manipülasyon teknikleriyle sadece başkalarını değil, kendini de yaralar. Bu erkek çok fazla düşünür, yaşamdan geri durur ve asla yaşamaz. Kararlarının getireceği artı ve eksilerin ağına yakalanmış, bir türlü kurtulamadığı düşüncelerinin labirentinde kaybolmuştur. Yaşamaktan, “kavgaya atılmak”tan korkar. Köşesine oturur ve düşünür sadece. Yıllar geçer. Zamanın nasıl geçtiğine şaşırır. Sonunda tüm etkilere kapalı bir yaşama çekilir. O bir röntgencidir, koltuk maceracısıdır. Akademi dünyasında kılı kırk yarandır. Yanlış karar verme korkusuyla, hiçbir şey yapmaz. Yaşama korkusuyla diğer insanların sürdürdüğü yaşamların eğlence ve zevkine katılmaz. Bildiklerini başkalarından esirgeyip paylaşmadıkça, kendini gittikçe daha çok izole olmuş ve yalnız hisseder. Hangi alanda ve hangi şekilde olursa olsun bilgi ve tekniğiyle başkalarını yaraladıkça, başka insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan kaçtıkça kendi ruhunu uzaklaştırmış ve yok etmiş olur.

Bildiklerimizle başkalarına yardımcı olabilecekken, onlardan uzak durup ilişki kurmaktan kaçıyorsak; bilgimizi başkalarını küçültmek ve kontrol etmek için veya kendi statü ve zenginliğimizi artırmak için bir silah olarak kullanıyorsak, Gölge Büyücü Manipülatör ile özdeşleşmişiz demektir. Hem kendimize hem de bilgeliğimizden yararlanabilecek kişilere zarar veren bir kara büyü yapmış oluruz.

Büyücünün Gölgesinin pasif kutbu “Naif veya Masum”dur. Masumun en önemli motivasyonu, hareket eden, yaşayan, paylaşmak isteyen insanları kıskanmasıdır. Masumun ele geçirdiği kişi, yaşamı kıskandığı için insanların onun yaşam enerjisinden yoksun oluşunu keşfetmelerinden korkar. Onun bu kopukluğu ve etkileyici davranışları, çökertici sözleri, sorulara karşı düşmanlığı aslında içindeki gerçek ıssızlığı ve cansızlığı, dünyaya karşı sorumsuzluğunu gizlemek içindir. Masumun hükmettiği erkek, hem görev başında hem de işini savsaklarken günah işler ama düşmanca güdülerini yapmacık bir naifliğin erişilmez duvarı ardına saklar. Bu tür erkekler kaypak ve aldatıcıdır. Savaşçı enerjimizle onlarla yüzleşmemize izin vermezler. Bu tür çabalarımızı savuştururlar. Böylece bizi kendi sezgilerimizi sorguladığımız bitmez tükenmez bir sürece sokup dengemizi bozarlar. Masumluğuna kafa tutacak olursak, göz yaşartıcı bir şaşkınlık gösterisiyle tepki verir ve neden olduğumuz üzüntünün pişmanlığıyla baş başa bırakırlar. Hatta kendi güdülerimizi onlara atfettiğimizi düşünüp utanır ve paranoyak olduğumuza karar veririz. Fakat manipüle edildiğimiz duygusundan da kolay kolay kurtulamayız. Ve bu duygu içinde, bulanık masumiyet görüntüsünün ardındaki Büyücünün aktif gölge kutbunu kolayca görebiliriz.

BÜYÜCÜYE ULAŞMA:

Eğer Manipülatör bize hükmediyorsa, Büyücünün güçlü gölgesine yakamızı kaptırmışız demektir. Manevi bir Büyücüyle temasımız olmadığını hissediyorsak, dürüst olmayan ve inkarcı pasif kutba yakalanacağız demektir. Böyle bir durumdayken, kendi iç yapımızın, sakinliğimizin ve açık görüşlülüğümüzün farkına varamayız. İçsel bir güven duygumuz olmaz ve kendi düşünce süreçlerimize güvenebileceğimizi hissedemeyiz. Gerektiğinde duygu ve problemlerimizden uzaklaşmayı beceremeyiz. Bir kaos duygusu yaşarız ve bizi değişik yönlere savurabilecek dış baskılara karşı dayanıksız oluruz. Başkalarına karşı “pasif-agresif” bir şekilde davranırız ama hiçbir kötü niyetimiz olmadığını iddia ederiz.

Bir danışman veya terapist için en zor şeylerden biri, danışanların duygularını bastırmadan, Egolarını duygularından ayırabilmektir. Bunu yapabilmek için gerçekten yararlı olan bir psikolojik alıştırma var. Eugene Gendlin’in bulduğu “Odaklaşma”. Danışanlar kendilerini, güçlü duygulanımların -aşırı korku, kıskançlık, öfke, keder- sınırında hissettiklerinde, onlardan bir “gözetleme” sandalyesine oturmalarını ve duyguları odanın ortasında bir yığın olarak hayal etmelerini isteriz. Her duygu, yığının içine dikkatlice yerleştirilir, danışan arkasına yaslanıp onların rengini, şeklini ve duygusal tonlardaki farkları izler. Duygularını yargılamadan, aşağılamadan sadece seyrederler. Eğer duygular, Egonun görebileceği bir yerde odanın ortasında olursa, bastırılmamış olurlar. Böylece, duyguların itici kuvveti geçince, danışanlara onları yok etmelerini söyleyebiliriz.

Bu alıştırmayla, danışanın Büyücü enerjisiyle bağlantısını güçlendirmesine yardım etmiş oluyoruz. İzleyen ve düşünen Büyücüdür. Egonun, duyguları düzenli bir şekilde yığmasını sağlayan Büyücüdür. Böylece etkisizleşen duygusal enerjiler zamanla güçlerini kaybeder. En sonunda, güç kazanan Ego bu ham enerjiyi alıp, onu kullanışlı ve canlı bir şekilde kendini ifade etme yollarına dönüştürebilir.

Eğer Büyücüyü doğru bir şekilde kullanabilirsek, kişisel ve mesleki yaşamlarımıza açık görüşlülük, anlayış, kendimizi ve başkalarını düşünme, işimizle ilgili teknik beceri ve psikolojik kuvvetlerle baş edebilme boyutunu da eklemiş oluruz. Büyücüye ulaştıkça diğer üç olgun erkeklik arketipini de bu enerjiyi düzenlemekte kullanmamız gerekecektir. Hiç biri tek başına çalışmaz. Büyücüyle Kralın üretkenlik ve cömertliğini, Savaşçının kararlı ve cesur hareketlerini, Aşığın tüm varlıklara derin ve inançla bağlılığını harmanlamak zorundayız. Ancak o zaman bilgimizi, enerji akışlarını yönlendirme ve etkisizleştirme becerimizi insanların belki de tüm gezegenin çıkarı için kullanıyor olacağız.

AŞIK:

Sevginin bir çok biçimleri vardır. Antik Yunanlılar, İncilde “kardeşçe sevgi” denen erotik olmayan sevgiye “agape” diyorlardı. “Eros”, hem dar anlamda fallik ya da “cinsel sevgi”, hem de geniş anlamda tüm varlıkları saran, birleştiren dürtü anlamına geliyordu. Romalılar, bir beden ve ruhun, bir başka beden ve ruhla tamamen birleşmesi anlamında “amor”u kullanıyordu. Tüm bunlar ve sevginin diğer biçimleri insan yaşamındaki Aşık enerjisinin canlı birer örneğidir. Jungcular çoğunlukla Yunan tanrısı Eros’u, Aşık enerjisi yerine kullanırlar. Latince “Libido” terimini de kullanırlar. Bu terimlerle sadece cinsel zevkleri değil, genel bir yaşama zevkini kastederler. Aşık arketipi, ruh için de temeldir, çünkü dış çevreye duyarlı olmayı sağlayan enerjidir. Jungcuların “duyusal işlev” dediği şeyin ifadesidir. Aşık, iç psikolojik dünyadaki değişimleri gözler ve aldığı duyusal izlenimlere karşılık verir.

BÜTÜNSEL AŞIK:

Aşık oyun ve gösteri arketipidir; sağlıklı yaşamın duyulara seslenen zevklerin dünyasında, utançsız bir şekilde bedenine sahip olmanın arketipidir. Yani, Aşık fazlasıyla duyusaldır. Bu duyarlılığı ile tüm varlıklarla ilişki içindedir, onlara bağlıdır. Şefkatle ve duyusal bir anlayışla onlarla bir bütün olur. Aşık’ı kullanan bir erkek için tüm varlıklar gizemli biçimlerde birbirlerine bağlanmıştır. “Bir kum tanesinde dünyayı görebilir” Bu holografinin keşfinden çok önce de bilinen bir bilinç tarzıdır. Aslında “holografik” (bütünsel) bir evrende, her parçanın bütün diğer parçalarla anında ve duygusal bir birliği yansıttığı bir evrende yaşıyoruz. Aşık enerjisi, bir kum tanesinde dünyayı görmekle kalmaz, bunun böyle olduğunu hisseder. Bilinçdışına yakın olmak “ateş” e -yaşamın ateşlerine, biyolojik düzeydeki yaşamsal metabolik süreçlerin ateşlerine- yakın olmak demektir. Sevgi, hepimizin bildiği gibi “sıcak” çoğu zaman “el yakacak kadar sıcak”tır. Aşık’ın etkisindeki erkek her şeye fiziksel ve duygusal olarak dokunmak ister ve her şeyin ona dokunmasını ister. Hiçbir sınır tanımaz. Estetik bilinç olarak bilinen şeye de sahiptir. Onun için tüm yaşam sanattır. Kökeni ödipal çocuk olan aşık enerjisi aynı zamanda maneviliğin özelliklede mistisizmin kaynağıdır. Aşık enerjisiyle yoğun ilişkisi olan erkek, işini ve birlikte olduğu insanları estetik bilinçle yaşantılar. İnsanları bir kitap gibi okuyabilir. Çoğunlukla, onlardaki ruhsal değişimlere acı verecek ölçüde duyarlıdır ve saklı güdülerini bile hissedebilir. Aşık sadece yaşama sevincinin arketipi değildir. Dünyayı ve diğer insanları hissetme kapasitesinin yanı sıra, acılarını da hisseder. Diğerleri acıdan kaçabilir ama Aşık ile ilişkide olan erkek onlara dayanmayı bilmelidir. Hepimiz aşkın hem acı hem de sevinç getirdiğini biliriz.

KÜLTÜREL ARKA PLAN:

Hayatın hangi alanları Aşık’ı en açık şekilde sergiler? Genel olarak sanatçı ve ruhçular yanıtını verebiliriz. Ressamlar, müzisyenler, şairler, heykeltraşlar, yazarlar, Aşık’ın “asıl alanı”dır. Sanatçı duyarlı ve duyusaldır. Kuşkusuz, onu aşk yaşamlarımızda yoğun bir şekilde hissederiz. Bir çok erkek aşık olma, yani aşıkın gücüne kapılma heyecanı için yaşar. En pişkin olanımızı bile ele geçirebilecek bu esrik bilinç içinde sevdiğimize hayran oluruz, onun ruh ve beden güzelliğini tutkuyla severiz. Sevdiğimizle kurduğumuz fiziksel ve duygusal birlik, bizi bir taraftan Kutsal Dünyanın esriklik ve hazzına, diğer taraftan acı ve üzüntüye sürükler.

Aşık’ın gölge yönlerini tartışmaya başlamadan önce yıllardır süren tekeşlilik – çokeşlilik ve rastgele ilişki karşıtlığı konusunda bir not düşmek istiyoruz. Tekeşlilik, bir kadın ve erkeğin kendilerini yalnızca birbirine -beden ve ruh olarak- adadığı, aşkın “amor” biçiminden doğar. Mitolojik dünyada Mısır tanrısı Osiris ve karısı İsis arasındaki aşk, Kenan bereket tanrısı Baal’in karısı Anath’a olan aşkı hakkındaki öykülerde bunu görürüz. Hindu mitolojisinde, Shiva ile Parvati arasındaki ölümsüz aşk vardır. Ve İncilde Yehova’nın gelini Israel’e olan acı verici aşkını görürüz. Tekeşlilik, en azından Batıda halen idealimiz olmayı sürdürüyor. Fakat Aşık, kendini çok eşlilik, değişik tekeşlilikler veya rastgele ilişkiler aracılığıyla da dışa vurur. Mitolojide bu Hindu Krishhna’nın “gopi” lere (kadın çobanlara) olan aşkı olarak gösterilir. Her birini, sonsuz aşk gücüyle tam olarak sever, böylece her gopi, kendini tamamen özel ve değerli hisseder. Yunan mitolojisinde Zeus’un hem kutsal dünyada hem de yeryüzü dünyasında bir çok sevdiği vardır. İnsanlık tarihinde, Aşığın söz konusu kılıkla kral haremlerinde ortaya çıktığını görürüz. Haremler tekeşli bakış açısıyla korkunç ama aynı zamanda büyülü bir yer olarak algılanırlar.

GÖLGE AŞIK:

MÜPTELA VE İKTİDARSIZ AŞIK:

Müptela Aşık ile özdeşleşen erkeğin sorduğu en acil ve kuvvetli soru “bana sonsuz zevkler sunan bu kocaman dünyada niye cinsel ve duygusal yaşantılarıma sınırlar koyayım ki” dir. Müptelalık bir erkeğe nasıl hükmeder? Müptela biçimindeki Gölge Aşık’ın temel ve en yıkıcı özelliği, kendini farklı yollarla gösteren yitikliktir. Gölge Aşık’ın hükmettiği erkek gerçekten de duyular okyanusunda kaybolup gider. Dış dünyadan gelecek en hafif bir etki bile onu dağıtmaya yeter. Müptela, anlık zevkler için yaşar ve bizleri kaçamadığımız bir hareketsizliğe hapseder. Bu teolog Reinhold Neibuhr’un “duyusallık günahı” dediği şeydir. O, Hinduların “Maya”sı, hayal dansıdır; zihni büyüleyip uyuşturan duyulara yönelen, bizleri acı ve zevkin tutsağı yapan bağımlılık dansıdır. Müptela için dünya yitik bir bütünlüğün bir türlü ulaşılamayan parçalarından oluşmaktadır. Ön plandakilerin esiri olur ve asıl belirleyici olan arka planı göremez. Parçaların güzelliğine bayılır, ama bir kadını yakın ve insani bir ilişki kurabileceği, beden ve ruh bütünlüğü olan, fiziksel ve psikolojik açıdan bütün bir insan olarak hissedemez, yaşayamaz. Bu putperestlikte bilinçdışı bir şişinme, aşırı gurur vardır. Çünkü bu durumda ölümlü erkek, tapındığı imgeleri, bu çeşitlilikle yaratan ve yaratısını hem bütün hem parça olarak seven Tanrı’nın sonsuz duyusallığı ile yaşamakta ve böylece Müptelanın esir aldığı erkek, kendisini bilinçsizce Tanrı ile özdeşleştirmiş olmaktadır. Müptelanın (farkında olmasa da) aradığı sonsuz ve sürekli bir “orgazm”dır. Bu yüzden kadından kadına koşar. Her seferinde, kadın ölümlülüğünü, sonluluğunu, zayıflık ve sınırlarını ona gösterir, sonsuz orgazmı “bu kez” bulduğu düşünü yıkar. Başka bir deyişle onunla (dünyayla, Tanrıyla) kurduğu mükemmel birlik hayalinin heyecanını yitirince, atına biner ve yeni bir sarhoşluk aramak üzere yola çıkar. Erkeksi neşesinin sabitliğine ihtiyaç duyar. Sadece onu nerede arayacağını bilmez. “Manevi gücünü” bir kokain çubuğunda arama noktasına gelir. Psikologlar, bir erkeğin Müptelanın esiri olmasından doğan problemlerden “sınır sorunu” diye bahsederler. Müptelanın esareti altındaki erkek için sınırlar yoktur. Gerçekten de kendi kişisel bilinçdışının ve kolektif bilinçdışının esiridir. Onun içinde boğulmuştur. Bu okyanussal kaos -bilinçdışı- bir çok mitolojide kadın olarak imgelenmiştir. “Kadınsı” bilinçdışının kaotik gücünü etkisizleştirmek ve ondan uzaklaşmak için duyulan bu ihtiyaç, erkeksi cinsel bozuklukları, özellikle kadınlara köle olma veya cinsel şiddete dayalı düşmanlık gibi bozuklukları değerlendirmemizi de sağlar. Bu rahatsızlıkları yaşamlarımızdaki bilinçdışının boğucu gücünü saf dışı bırakmak için bağları koparma, reddetme çabaları olarak görebiliriz. Peki bütünsel Aşık’a ulaşamadığımızı hissediyorsak bu ne anlama gelir? O zaman iktidarsız Aşık’ın hükmü altına girmişiz demektir. Duygusuz bir halde yaşarız. Psikologların, “yavanlaşmış duygusallık” dediği -heyecan eksikliği, canlılık ve hareketlilikten yoksun olma belirtileri gösteririz. Sıkıntılı ve isteksiz oluruz. Sabah kalkmakta, akşam yatıp uyumakta güçlük çekeriz. Monoton bir şekilde konuştuğumuzu fark ederiz. Giderek ailemizden, iş arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan uzaklaştığımızı görürüz. Açlık hissederiz, ama iştahımız yoktur. “Güneşin altında yeni olan hiçbir şey yok” diye düşünürüz. Kısacası, bunalıma gireriz. Sürekli olarak İktidarsız Aşık’ın esiri olan insanlar kronik bir şekilde bunalımlıdır. Başkalarıyla bağ kuramadıklarını, onlardan koptuklarını hissederler. Bu bağlantısızlık, Psikologların “bölünme olgusu” dedikleri kişilik parçalanmalarına kadar ilerleyebilir. Terapide bu durumda olan danışan kendisinden üçüncü kişi olarak konuşmaya başlayabilir. “Ben hissediyorum” yerine “ X şunu hissediyor” der. kendisini gerçekdışı olarak algılar. Yaşamı, onun izlediği bir film gibidir. Bu erkekler ciddi ve tehlikeli bir şekilde İktidarsız Aşık’ın hükmündedir. İktidarsız Aşık’ın baskıcı gücünün bir önemli nedeni de dimdik ve hırslı bir penisin yokluğudur. Bu erkeğin cinsel yaşamı basmakalıptır; cinsel olarak hareketsizdir. Bu cinsel durgunluk -can sıkıntısı, eşe karşı isteksizlik, ilişkiye dair gizli öfke, işteki gerilim, para sorunları, diğer erkekler tarafından ya da içindeki kadınsılık tarafından güçsüz bırakılma- gibi bir çok etkene bağlı olabilir. İktidarsız Aşık’la olan bağlantısı bu erkeğin cinsellik öncesi Erkek Çocuğa gerilemesine ya da Savaşçı, Büyücü veya ikisiyle birden birlik kurmasına neden olabilir. Cinsel ve duyusal duyarlılığı başka kaygılarla da boğulmaktadır. Cinsel eşi daha talepkar oldukça, Gölge Aşık’ın daha da pasif bölgelerine geri çekilir. Bu noktada arketipik gölgenin karşı kutbu, onu Müptelanın birincil ilişkisinin ötesinde mükemmel bir cinsel tatmin arayışına zorlayarak kurtarabilir.

AŞIK’A ULAŞMA:

Eğer Aşık’a ulaşırsak, Ego yapılarımız güçlü olur, kendimizi ilişki içinde bağlantılı, canlı, şevk dolu, şefkatli, anlayışlı, enerji dolu ve romantik hissederiz. Aşık, diğer erkek enerjilerinin, birbirlerine karşı ve zor koşullarda yaşam kavgası veren insanoğlunun gerçek yaşamlarına karşı insani, sevecen ve ilgili olmasını sağlar. Kral, Savaşçı ve Büyücü birbiriyle oldukça uyumludur, ama Aşık olmaksızın, üçü de yaşamdan kopuktur. Onlar enerji kazanmak, insanileşmek ve nihai amaçlarını -sevgiyi- edinebilmek için Aşık’a ihtiyaç duyarlar. Sadistik davranmamak için Aşık’a ihtiyaçları vardır. Aşık da onlara ihtiyaç duyar. Duygusal ve duyusal kaosun sınırsızlığı içindeki Aşık, sınırlarını tanımlamak, kendine bir yapısallık kazandırmak, kaosunu yaratıcı bir şekilde yönlendirecek düzeni kurmak için Kral’a ihtiyaç duyar. Sınırları olmadan Aşık enerjisi olumsuz ve yıkıcı bir hale gelir. Aşık, kararlı davranabilmek, hareketsizleştirici duyusallığının ağından bir kılıç darbesiyle kopabilmek için Savaşçıya ihtiyaç duyar. Ve Aşık duygularının tuzağına düşmekten korunmak ve daha nesnel bir persfektif kazanmak, resmin tamamını görmek ve görünenin ötesindeki gerçekliği yaşayabilmek için gereken uzaklığa erişebilmek için Büyücüye ihtiyaç duyar.

Derleyen: Nazan Öngiden

Derleyenin notu: Arketipler hepimizin içinde mevcut olan enerji akışlarıdır. Doğum haritalarımızdaki Güneş-Ay-Mars-Venüs’ün bulunduğu burç ve ev kombinasyonları ile yaptıkları açıları (birbiriyle ve diğer gezegenlerle) inceleyerek, Kral-Savaşçı-Büyücü-Aşık arketiplerinin içimizde nasıl çalıştığını ve dışarıya nasıl yansıdığını kavrayabiliriz. Böylece kendimizi tanıma yolculuğumuzda daha seri ve sağlıklı adımlar atabiliriz.

Close