Liz Greene
Aşağıdaki makale, 8 Haziran 1996 tarihinde, Regents Koleji’nde, Psikolojik Astroloji Merkezi’nin bahar dönemi seminer programı kapsamında düzenlenmiş bir çalışmadan alınmıştır. Seminer notları CPA Press tarafından 1997 sonbaharında, The Horoscope in Manifestation başlığı altında yayınlanmıştır. (Vol 9, CPA Press Seminar Series)
Öngörünün Doğası
Psikolojik açıdan transitleri ve progresyonları nasıl yorumlarız? Başlamadan önce, araştırmamızın temelini psikoloji oluştursa da, hiçbir zaman astrolojideki öngörü çalışmalarının değerini ve uzun geçmişini inkar etmediğimi belirtmek isterim. Ancak ikisi birbirinden tamamen bağımsız değildir. ‘Psikolojik’ sadece ‘içsel’ demek değildir. Çoğumuz, adeta içsel dünya ile alakası olmayan pek çok kesin tahmin duymuşuzdur veya bazı durumlarda bazı olayları tahmin etmenin imkansızlığını görmüşüzdür.
Seneler önce, Wrekin Trust firması için bir seminer vermiştim. Daha sonra bu seminer bir kitaba dönüştürüldü, The Outer Planets and Their Cycles (Dış gezegenler ve Döngüleri). O esnada, Sovyetler Birliği’nin doğum haritasını incelerken, geleceği için bir tahmin yaptım. O zamanlar, dünyasal astrolojinin detayları hakkında çok fazla bilgim olmadığı için bu tahmin öylesine bir şeydi. Benim saf tahminim, Pluto’nun Sovyetler Birliği’nin natal Güneş’ine yedi yıl sonra kavuşum yapacağı bilgisine dayanıyordu. Akrep’te yer alan bu natal Güneş’e ne zaman kuvvetli bir transit gelse, Sovyetlerin lider değiştirdiğini gözlemlemiştim. Dünyasal astrolojiye göre bu çok basit ve bariz bir çıkarımdı, çünkü bir devletin Güneş’i, diğer konuların yanında, liderini de temsil eder.
Her zamanki gibi tipik bir kargaşadan ziyade, bir çöküş olacağını ise Pluto’nun etkisinin tüm diğer dış gezegenlerden fazla olduğunu düşünerek bekliyordum. Pluto her şeyi siler ve hiçbir şey orijinal halinde ve yapısında kalmaz. Başka transitler de vardı, örneğin, Uranüs-Neptün-Satürn kavuşumu Oğlak’ın birinci dekanında gerçekleşiyor ve Sovyetler Birliği’nin 4. evindeki Venüs’e yaklaşıyordu. Bu durum da çöküşün adeta bir evlilik ayrılması gibi olabileceğini gösteriyordu. Dıştan ziyade, içten gelen bir ayrılma söz konusuydu ve tüm uydu ülkeler boşanma talebinde bulunacaklardı. O zamanlar bu yorumu yapmıştım ve 1982’de gelecek olaylarla ilgili en ufak bir işaret yoktu. Yeni bir lider kesinlikle bekleniyordu, ancak komple bir çöküş düşünülemezdi bile. O yüzden sonraki senelerde bu tahminimi düşünmedim, ta ki herşey tahminim doğrultusunda gerçekleşene kadar…. Dünyevi veya kişisel, astrologların doğru tahmin edebilecekleri pekçok olay vardır…
Ancak, astrolojinin sadece tahmin yönüne bakmak, bir doktorun, kişinin bütününe ve onun bedeni ile ruhunun ilişkisine bakmadan sadece bedensel semptomlarına bakmasına benzer. Yıllar boyunca, transitler ve progresyonlar kanalıyla kabul ettiğimiz kaderimizin, aslında kader olmadığına inandım – bilinçaltımızın çalışmasının işbaşında olduğunu farkettim. Bireyler ve toplum olarak farkında olmadan katkıda bulunuyoruz, yaratıyoruz veya içsel temalarımızı tetikleyen olaylara doğru çekiliyoruz – bunlar ya geçmişte gözardı ettiğimiz konular veya sadece doğru zamanı gelmiş, olgunlaşmış temalar oluyor.
Tüm yaşamsal olayların kişinin kendi yarattığı olaylar olduğuna inanmak çok aptalca olur, çünkü pek çoğu öyle değildir. Hiçkimse, altı milyon Yahudi’nin özel bir transiti ve progresyonu olduğu söyleyerek toplama kamplarına gittiğini söyleyemez. Böyle bir fikri iddia etmek, kitlesel düzeyde bir vahşet olayı yaşandığında bilinçsiz danışıklı döğüşümüzü gözardı etmenin yanısıra, deliliktir. Kolektif hareketlerin yanı sıra, bireysel seçimleri, dinamikleri ve iradeyi bastırabilen, deprem ve su baskınları gibi ‘doğal’ felaketler vardır. Benim yorumlayamayacak bir durumda olduğum daha başka ve derin spiritüel faktörler de olabilir.
Astroloji dünyasında pek çok insan karmaya inanır. Ben inanmıyor değilim. Ama vaktiyle birisinin dediği gibi ‘ding-dong teorisinden’ (geçmiş hayatta iyi veya kötü oluşuna göre bu hayatta cezalandırılma veya ödüllendirilme) çok daha komplike olduğunu hissediyorum. Maneviyat çok öznel ve göreceli bir kavram olduğu için tin alemine bu denli basit yaklaşımlara çok değer vermiyorum. Ancak bir enkarnasyonun ötesinde devam eden bir şey olabilir, her yaşadığımız hayatta “maddeye” dönüşür ve deneyimlerimizi mıknatıs gibi çekebiliriz. Bu, sadece bir yaşama sığmayan çabaları ve bilinci aşan bir faktör olabilir. Bir de kontrolümüzün dışında olan aile mirasının da etkisi olabilir. Her ne kadar adaletsiz görünürse görünsün, nesiller boyu kristalleşen aile çatışmalarının mirasçısıyız ve bunlar genellikle kader gibi karşımıza çıkarlar. Eğer bu çatışmaların büyük kısmı çözülmemiş ise, bazı olayları farklı seçme veya onlardan sakınma esnekliğine sahip olamayız. Ve ağır bir psikolojik yük mirasına sahip olmayan bir bireyin kesinlikle daha özgürce seçim yapma imkanı olabilir.
O halde transitlerin ve progresyonların nasıl ifade edileceğini saptayan, kişisel bilinçten başka, pek çok faktör vardır. Yine de, bireyin bilinci bir kez gerçekliği deneyimlediğimiz seviyeyi genişletirse, öngörülebileceğini varsayabileceğimiz pek çok şey tahmin edilemez hale gelebilir. Bu nedenle, transitlerimizle ve progresyonlarımızla psikolojik seviyede çalışma özgürlüğüne sahipmişiz gibi yaşayamayı denememiz gerekir. Ancak bu şekilde gelecek olayları değiştirme imkanımız olabilir veya bilinçaltının dinamikleriyle yaratığımız olaylarla daha yaratıcı bir şekilde baş edebiliriz. Değiştiremeyeceğimiz olaylara gelince, onları kısa sürede ayırt etmeyi ve daha dingin bir ruh haliyle onları kabullenmeyi ve onlarla yaşamayı öğrenebiliriz.
Bu konuyu araştırmadaki amaçlarımdan bir tanesi, farkında olmadığımız seviyelerde zannettiğimizden daha fazla özgürlüğe sahip olduğumuzu ortaya koymaktır. Eğere gezegenlerin hareketlerini daha fazla içgörüyle ve daha az kelimesi kelimesine -“Uranüs şu noktadan geçiyor, dolayısıyla şöyle-böyle olacak”- görmeyi öğrenirsek, Pico della Mirandola’nın insanların Tanrı’yla beraber yaradılışa katkıda bulunduğu sözünü anlayabiliriz. Olaysal bakış açısı biz astrologların gerçek değerini göstermez, bilakis, yıpratıcı etkisi bile olabilir. Çünkü tahminlerimiz kişisel komplekslerimiz ile gölgelenir, transitleri ve progresyonları, neleri ifade edebilecekleri açısından değil, komplekslerimizin, inançlarımızın empoze ettiği şekilde, nelere “yol açabilecekleri” (somut olaylar) şeklinde yorumlarız. En sadık “geleneksel” astrolog bile olayları tahmin etme sürecinde gerçekten tarafsız olamaz. Aslında kişinin olup biteni nasıl ve ne zaman kaydettiğine bağlı olduğu için, bir “olayın” gerçekten ne olduğundan da emin olamayız. Gelecek hakkındaki yorumlarımız, bugün ile ilgili varsayımlarımız kadar, kendi psişemizle de renklenir.
Transit ve progresyonlara psikolojik yaklaşım klasik bir yorumdan daha zordur, çünkü bir doğum haritasındaki konfigürasyonun neyi sembolize ettiğinin sorumluluğunu da almaktır. Ayrıca, geleneksel tahmin metodlarını öğrenmeyi ve onlarla pek çok seviyede çalışmayı gerektirir. Bu, gezegen hareketlerinin maddesel düzeyde somut olarak nasıl tezahür edebileceklerini yorumlamaya çalışmayı değersizleştirmek demek değildir. Hayatın bu alanını görmezden gelmek, psişeyi görmezden gelmek kadar aptalcadır. Eğer, birisinin progres Güneş’i 2. evde bulunan ve transit Satürn’ün kavuşum yaptığı natal Neptün’e kare yapıyorsa, o kişinin hakkında fazla bilgisi olmadığı birisi ile iş ortaklığına girmesi çok iyi bir fikir olmayabilir. Astrolojinin somut prensiplerinin çok değeri vardır. Ancak, psikolojik tabandan yoksun olaysal bir yorum, çoğu zaman, bize kendi kaderimizi yarattırabilir, tahminlerimizin gerçekleşmesi için elimizden geleni yaparız ve aslında hiç de gerekli olmayan yoğun bir acı içinde kendimizi bulabiliriz.
İfade Seviyeleri
1. Anlam veya Teleoloji
Şimdi transitlerin ve progresyonların ifade edilebilecekleri farklı seviyeleri incelemek istiyorum. Gezegen haraketleri üç ana seviyede işlev görür. Bazılarınız üçten fazla olduğunu düşünebilirsiniz. Genel olarak, bu bölünmenin gayet kullanışlı olduğunu buldum. Birinci seviye daha spiritüel yaklaşıma sahip astrologların ilgisini çeker – bir transitin veya progresyonun derin anlamı. “Anlam” kelimesi ile onun teleolojisine gönderme yapıyorum, kişiliğin, ruhun veya her ikisinin birden evriminin en temel amacını kastediyorum. Dinsel veya spiritüel inancı olanlar evrenin bir amacı olduğuna, bireyin kişisel yaşamındaki deneyimlerin de anlam içerdiğine inanırlar. Dolayısıyla olayların gizli öğretileri vardır ve yaşadıklarımız sayesinde bir şeyler öğrenmişsek, bizden büyük, spiritüel bir planı gerçekleştirmiş oluruz.
Böyle bir kozmik planın gerçekten var olup olmadığı tartışılabilir. Bu tür derin bir modelin nesnel varlığından –ki bu da Tanrı’nın varlığını kabul etmek oluyor– ne kadar emin olsak da, hiçbirimiz bunu ispat edecek durumda değiliz. Bilakis çok kişisel görüşlerimizi ortaya koyabiliriz. Ancak durum bu bile olsa, pek çok insan yaşamı derin bir anlamı olduğunu kabul ederek yaşıyor. Bu inanç, ister kişisel yansıtma olsun ister olmasın, yaşamı katlanılır kılıyor. Bilimsel olarak ‘gerçek’ olmasa bile, psikolojik ve spiritüel olarak yaratıcıdır.
Transitleri ve progresyonları bu açıdan incelersek, kendimize şu soruyu sorarız: “Bu transit Satürn’ün Güneş’ime kavuşumundan ben ne öğrenmeliyim? Bu progres Venüs Pluto’ma kare yapınca ne anlama gelecek? Transit Uranüs Ay’ıma karşıt gelince neyi keşfedebilirim? Progres Mars Kayron ile 60 derece yaptığında olumlu potansiyel ne olabilir?” Bu yaklaşım herhangi bir transitin veya progres açının önemli bir boyutudur. ‘Spiritüel’ kelimesini kullandığım halde, bu yaklaşım aile kompleksini incelemek kadar temel bir psikolojik çalışmadır, çünkü gezegenlerin hareketlerini psişemizin gelişimi olarak kabul ediyoruz. Aslında kişiselliği aşan veya arketipsel psikolojiye ait olduğunu düşünsek de netice de psikolojiktir. Bu bakış açısı olmadan, astrolojiyi ve kendimizi, sadece mekanik bir yapı olarak ele alırız.
Bazı astrologlar sadece bu boyuta odaklanırlar ve diğer bakış açılarını çok negatif veya maddesel bulurlar. Natal Kayron’a Pluto’nun tansit yapmasına veya progres Venüs’ün Saturn’e kare yapmasına bakarlar ve temel olarak bunların nasıl büyütücü olabilecekleri hakkında yorum yaparlar. Örneğin, transit Satürn’ün bir kişinin 5. evde bulunan natal Güneş’ine karşıtlık yapmasına bakalım. Eğer bu transite teleolojik açıdan bakarsak, bireyin kim olduğuna dair bir duygu geliştirmesinden bahsedebiliriz. Bu transit sayesinde, kişi kimliğini, amacını daha net anlar ve yaratıcı yeteneklerinin farkına varır. Maddesel dünyanın zorlukları acı verebilir, ancak sonunda belirli bir misyona taahhütte bulunma olarak neticelenir. Ne kadar zor olursa olsun, her olay, deneyim, kişinin kendisini daha fazla ‘anlamasına’ yardımcı olur.
Uyumlu transit ve progresyonlarda teleolojik yorum genellikle yeterli olur, örneğin, transit Jüpiter Ay’a üçgen açı veya progres Güneş Uranüs’e 60’lık açı yaptığında. Gezegenlerin uyumlu hareketlerini deneyimlediğimizde, evrensel bir amaca ve iyiliğe bağlandığımızı hissederiz ve bu tarz yorumlar o dönemdeki hislerimizle de uyumludurlar. Daha az çekici gezegen hareketleri olduğu zaman da kişi benzer bir şekilde bunları potansiyel olarak yorumlayabilir. Genellikle kargaşa, stres ve acı dolu bir dönemde bu yaklaşım çok iyileştirici olabilir.
Kabus etkisi yaratacak net bir gezegen hareketinin yaklaşmakta olduğunu görebiliriz ve tüm bu stresin altında nasıl bir büyüme potansiyelin saklı olduğunu kendimize sormalıyız. Bu yaklaşımı bırakmamalı ve bunu ifade edebilmeliyiz. Ancak, anlam her ne kadar derin ve olumlu olursa olsun, bu tarz transitleri ve progresyonları deneyimleyen bir kişinin, bu gelişim olanaklarını dinleyemeyecek durumda olabileceğini de unutmamalıyız. Özellikle yaşamı tamamen maddesel ve dışa dönük bir şekilde gören pek çok kişi için, zorlu bir transitin veya progresyonun derin anlamını görebilmek uzun bir zaman alabilir. Bu dönemi yaşarken acıları ve çelişkileri dışında başka bir şeyin ne farkında varırlar, ne de duyabilirler.
2. Duygusal Konular
Transit ve progres açıların aynı zamanda duygusal ifadeleri de vardır. Bu da psikolojiktir, ancak hem hissediş düzeyinde hem de tetiklenen bilinçaltı dinamiklerle alakalı olarak, daha ziyade kişinin tepkileriyle ilgilidir. Genellikle geçmiş ve bugün işin içindedir. Transitler veya progresyonlar esnasındaki duygusal tepkilerimiz çok karmaşıktır ve büyük oranda kendimizi ne oranda tanımayı başarabildiğimizle, egonun ne derece güçlü oluşuyla, tetiklenen duyguları ne kadar kontrol altına alabildiğimizle ve ebeveynsel kompleksler hakkındaki bilgi seviyemizle alakalıdır.
Önemli bütün transit veya progresyon açılarında, özellikle benzer açılar geçmişte de yaşanmış ise, geçmiş deneyimler tetiklenir ve bu deneyimlerin hatıralarını ve başka olaylarla ilişkilendirilmelerini incelemeliyiz. Keza, ‘anlam’ açısından çok olumlu ve üretken olabilecek bir deneyim, doğası gereği, sürecinin bir parçası olarak, çok acı verebilir. Tüm bu faktörler duygusal boyutta yer alırlar, ve bu yüzden, bir transitin duygusal tepkisi teleolojik açıya göre çok farklı olabilir.
Bir transitin veya progresyonun anlamı ile kişinin o dönemde hissettiklerinin ve yaptıklarının arasında hiçbir ilişki yok gibi görünebilir. Astrolog ve özellikle danışan bu konuda bayağı şaşırabilirler. Hiç hoş olmayan Jüpiter transitleri gördüm. Genellikle oturup, ümitle Jüpiteri bekleriz, “Ay ne hoş, Jüpiter Güneş’im ile kavuştuğunda çok hoş bir şey olacak” diye bekleriz. Gerçekten de teleolojik açıdan çok muhteşem bir şey gerçekleşebilir, ancak gerçek hayatta hissedilen duygusal bir kabus olabilir.
Örneğin, Boğa’da pek çok gezegeni ve kuvvetli bir Satürn’ü olan çok maddiyatçı bir adamı ele alalım. Sağlam bir yapı ve düzen ihtiyacı çok kuvvetlidir. Bu kişinin 23 yıllık, sadakatle geçen bir evliliği, 2 çocuğu, iki arabası, güvenilir bir işi ve düzenli ödemelerini yapabildiği büyük bir evi olduğunu farz edin. Progres Venüs’ü 5. evdeki natal Jüpiter’e geldiğinde duygusal ve maddesel düzeyde onun için pek harika şeyler yaşanmayabilir. Astrologlar olarak biliriz ki, böyle bir progresyonun yaratacağı kalp açılımı, bu kişinin ihtiyacı olan tek şey olabilir. Ancak bu arada, erkek karısına ne diyecek? Mahkeme masraflarını nasıl karşılayacak?
Her şey kişinin nasıl yaşadığıyla alakalıdır ve doğum haritasındaki farklı oluşumların farkında olup olmamasına bağlıdır. Hiçbirimiz içimizdeki her şeyin farkında olduğumuzu söyleyemeyiz. Dolayısıyla bu bilinçdışının derecesine göre değişir. Eğer bir kişi güvenlik ve sosyallik adına erken bir evlilik yapmış ise ve 5. evdeki Jüpiter’in aşırılıkları acımasızca bastırılmışsa, bu tarz bir progres büyük çapta bir çelişkiyi ve acıyı ortaya çıkartır. Bu kişi eşinin dışında bir kişiye aşık olabilir ve bunun sonuçlarıyla yüzyüze gelmek zorunda kalabilir. Bazen Jüpiter’in ipleri koparmasını eş temsil eder. Bu tür aşikar yansıtmaları danışanların haritasında görmek çok olasıdır. Birisi beyaz atlı prensini veya rüyalarının prensesini beklerken, transit Uranüs natal Venüs’ün üstünden geçer ve onun yerine, kişinin eşi onu terkeder. Bilinçdışı psişenin bir transitin veya progresyonun ifade ediliş tarzını ne kadar güçlü etkilediğini anlamak konusunda niçin bu kadar gönülsüzüz?
Bazen de mutlu bir transit esnasında büyük bir depresyon yaşanabilir. Benefikler işin içinde olduğu zaman ben bunları çok gördüm. Jüpiter natal Güneş’e gelebilir veya progres Güneş Venüs ile kavuşum yapabilir ve astrolog mutluluk ve doyum zamanının geldiğini farzeder. Onun yerine kişi kara deliğe düşebilir. Mutlu bir deneyim suçlulukla dolu, ebeveynlerle bağlantılı derinlere gömülmüş duyguları yansıtan bir çelişkiyi tetikleyebilir. Veya Jüpiter başarısızlık duygusunu şiddetlendiren bir tarzda kullanmadığımız potansiyellerimizin farkına varmamızı işaret edebilir. Gelecekteki olanaklara açılan tüm köprüleri yıkmış, katı bir yapının içine kendimizi gömmüşsek, kendimize şunu sorabiliriz: “yaşamın amacı nedir?”. Jüpiter potansiyelimiz ile şimdiki koşullarımız arasındaki uçurumu bize farkettirdiği için bizi depresyona sokabilir ve bu uçurum hayatımızı nasıl harcadığımızı düşündürterek bizi utanç içinde bırakabilir.
Dolayısıyla, bir transite veya progresyona verilen duygusal tepki, anlamından çok farklı olabilir. Teleojik anlamından çok farklı olan duygusal durumları, danışanlarımıza çok iyi bir şekilde anlatmak zorundayız. Gezegenin hareketinin anlamıyla çok meşgul olduğumuz zaman, kişinin o şekilde hissetmeyebileceğini unutabiliriz. Teleolojik açıdan dönüşüm olsa bile, kişi başına gelenler yüzünden çok korku içinde olabilir. Sonucun olumlu olacağını biz bilebiliriz, ama danışan hissedemeyebilir. Eğer danışanın o anki duygusallığını anlamazsak ve onun farkındalığa ulaşmasına yardımcı olacak herhangi kişisel, psikolojik bir noktaya ulaşamazsak, tüm yaratıcı tahminlerimiz onun gözünde saçmalamakla eş hale gelir.
Bir düzey olmadan öteki düzey eksik kalır. Zor transitler esnasında kişilerin nasıl hissettiklerini anlamak çok önemlidir. Pek çok transit acı doludur ve öyle olmadıklarını iddia etmek veya kişiyi olumlu hissetmeye zorlamak körlük ve aptallıktır. Eğer birisinin progres Venüs’ü natal Kayron’a kare yapıyorsa ve “ben üzgünüm” diyorsa, “saçmalık bunlar, olumlu ve coşkulu hissetmen gerekir, çünkü bu iyileşme dönemidir” diyerek doğru bir cevap vermiş olmayız. Kesinlikle iyileşme temasından bahsedebiliriz, ancak odaklanmamız gereken bu dönemde olabilecek yalnızlık, dibe vurma temalarından ve kişinin karşılaşabileceği adil olmayan davranışlardan da konuşmamız gerekir. Bu şekilde neden üzgün hissettiği konusunda da akılcı açıklamalar yapabiliriz. Keza, Kayron’un tetiklendiği önemli eski transit ve progresyon zamanlarını da dikkate alarak, geçmiş hakkında da konuşmamız gerekebilir. Derin iç değişimlere eşlik eden duygular genellikle aşırı rahatsızlık verirler.
Bazı açılardan, üç ifade düzeyinden en karışık olanı duygusallıktır, çünkü kişinin bilinçliliğinin gizemi ile karşı karşıya kalırız. Duygusal gerçeklik anlam ile maddesel boyutta tezahür etme seviyelerini birbirine bağlayan ve, aynı zamanda, kişisel seçim özgürlüğümüzü gösterebileceğimiz fırsatı sunan alandır. Somut olarak ifade edilmesini gerektirecek kadar katılaşmış bir psikolojik meseleyle karşılaştığımız zaman, sadece geleceği planlayabiliriz, ancak bugünün gerçekliği içine örülmüş olan şeyleri iptal edemeyiz. Bu zemin, Jung’un ve Hillman’ın ruh diye isimlendirdiği zemindir, ve madde ile tin arasındaki aracıdır.
Transit Satürn natal Güneş’ine karşıt açı yapan birisi, teleolojik açıdan, kişisel kimliğini anlaması konusunda çok büyük bir fırsata kavuşmuştur, ancak o kendisini derin bir depresyonda ve güvensiz hissedebilir. Kendini başarısız olarak görebilir, geçmiş başarılarını yok sayabilir. Ebeveynleri, özellikle babası veya babalık kompleksiyle ilgili konular su üstüne çıkabilir. Bu transitin mücadeleleri kurban olmak olarak algılanabilir. Kişisel kimliğin temeli hakkında sorular ortaya çıkabilir ve daha sağlıklı bir dünya görüşü geliştirebilmek için hayat hakkında varolan pek çok davranışı ve varsayımı temizlemek gerekir. Eril enerjiyle olan ilişkiler – gerek kendi içindeki gerekse hayatındaki erkeklerle ilgili – komple bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Güneş’e karşıt yapan bir Satürn transitinde insan hoş olmayan pek çok şey hissedebilir ve kötü hissetiği zaman da astroloğunun bu mutsuzluğu farketmesini ve nedenini anlamasına yardımcı olmasını bekler. Spiritüelliği güçlü bir astroloğun bu seviyede çalışabilmesi için psikoterapi deneyimi kazanması gerekebilir.
3. Maddeselleştirme
Transitlerin ve progresyonların üçüncü düzeyi madde boyutudur. Hepsi olmasa bile, çoğu astrolojik yaklaşım bu seviyeye odaklanmıştır. Bu seviyede çalışan bir astrolog, belirli bir transit veya progres açısı meydana geldiği zaman, öncelikle madde dünyasında neler olabileceğiyle ilgilidir. Bu yaklaşım basit görünse de, aslında çok karmaşıktır. Bir gezegen hareketinin somut olarak bir şey üretmesi veya nasıl üreteceği, içsel ve dışsal bir çok konuya bağlıdır. Önemli bir unsur, kişinin, eğer çok yüklenmişlerse ve ego bilincinden çok kopmuşlarsa, maddeselleşmeye eğilimli olan, kompleksleridir. Eğer karma denen bir şey varsa o zaman o da bir unsur olur. Genetik ve psikolojik aile mirası da önemlidir. Aynı zamanda çevrenin önemini de unutmamalıyız, özellikle geçerli sosyal davranışlar ve dünya görüşü, çünkü az ya da çok, insan her zaman parçası olduğu kolektif bilinçten de etkilenir.
Her yaşamda bir ömür döneminde, ruhun veya özbenliğin gerçekleştirmek istedigi bir kader de var olabilir. Yunan felsefesine göre, kişiyi etkileyen iki çeşit kader vardır, “erinyes” ve “daimon”. “Erinyes” kabaca ata mirasına denk gelebilir ve “Daimon” da ruhun kişisel amacı veya kaderidir. Aynı zamanda kolektif kader de olabilir –insan toplulukları veya milletler, insan evrimi için özel bir amaca ve belirli bir ata mirasına sahip olabilirler. Birey olarak bazen kendimizi, kendimizden büyük hareketlerin içinde bulabiliriz, çünkü bizzat kendisi gezegenlerin döngüleriyle bağlantılı büyük insanlığın parçasıyız. O halde, bu büyük insanlığın kaderini de paylaşırız ve ırksal, dinsel ve sosyal arka planımızın getirdiği psikolojik yükle de uğraşmamız gerekebilir.
Tüm bunlar, hepinizin kendi kişisel inanç ve kararlarınızla cevap verdiğiniz felsefi sorulardır. Transit ve progresyonların maddesel yorumlarının parametreleri oldukları için onlardan bahsediyorum. Tüm bahsettiğim alanlar içinde, sadece kendi bilinçaltımızla ilgili olan yerlerde etkin olabiliriz. Onu tanıma, onunla çalışma, içindekileri anlama ve değiştirme yeteneğimiz, eninde sonunda parçası olduğumuz kolektife de yansıyacaktır. Hatta karmamıza bile etki edebilir. Herhangi bir olayı öngörmenin temelinde hep bir kişi veya insan topluluğu vardır. Eninde sonunda, olası olayların nedenini ve şeklini tahmin etmek için, kendi bahçelerimize geri dönmeye ve orada yetişenleri seyretmeye mecbur kalırız.
Bir olay Ne Zaman Gerçekleşir?
Transitlerin ve progresyonların maddeleştirilmesi ve olayların öngörülmesinde bir başka önemli konu daha vardır. Ne “olacağını” düşünmeye başladığımız andan itibaren, bir olayı meydana getiren gizemli ve kalabalık parametrelerle dolu bir alana gireriz. Bu konunun ne kadar karışık olabileceğini anlatan bir örnek vereceğim.
Yakın zamanda bana ilk kez yıllar önce gelen bir müşterim ile ikinci bir görüşme yaptım. Arada geçen yıllar boyunda onun hakkında hiçbirşey duymamıştım. Transit Pluto’sunun 4.evde 5° Yay’da olan Kayron’una yaklaştığını gözlemledim. Görüşme esnasında babası birkaç yıl önce öldüğünü öğrendim. Müşterim, babasının ölümünün onun için hiçbirşey ifade etmediğini söyledi. Bu, bariz şekilde onun için bir “olay” değildi. Onunla yakın bir ilişkisi yoktu. Onun için pek bir şey hissetmediğine inanıyordu, o yüzden ölümüne hiçbir şey olmamış gibi tepki veriyordu, çünkü en başından beri onun için hiç var olmamıştı. Bu şekilde kendini ifade etti. Birinci görüşmemizde babası ile ilişkisini konuşmuştuk ve o zamandan beri algılaması değişmemişti. Kayron’un haritadaki yerinin kişiye bir şey hissettirmediğine inanmaya eğilimli değilim. Ancak müşterim buna inanmıştı ve bu noktada babası hakkındaki görüşmemiz de noktalanmıştı.
Bayanın bana ikinci kez gelişinin nedeni ise kayınbiraderinin hastalığı yüzünden çok üzgün oluşuydu. Kayınbiraderinde sürekli kötü huylu tümörler oluşuyordu ve ameliyatla alınmalarına rağmen sürekli ürüyorlardı. Müşterim onun ölmesinden korkuyordu. Anlamadığı nokta şuydu, aslında kayınbiraderine çok yakın olmamasına rağmen, onun ölmesi fikri onu dehşete düşürüyordu. Herhangi başka birisinin ölümü, ki buna kocası da dahil (onu son gördüğümden beri evlenmişti) daha önce bu denli ağır ve şiddetli bir tepki yaratmamıştı.
Bir şekilde, hayatında kayınbiraderinin oynadığı rol düşündüğünden çok daha önemliydi. Onu çok seyrek görüyordu. Arkadaşça bir ilişkileri vardı, ancak ne onunla evli olan kız kardeşine yakındı, ne de onunla ilgili erotik fantezileri vardı. Bu yüzden, onun hayatından çıkacağı fikrinin onu neden bu denli gerdiğini anlayamıyordu. Durumu “mantıksız saplantı” olarak görüyordu, ki öyleydi. Gözardı etmememiz gereken başka bir nokta da transit Pluto’nun Kayron’la kavuşum yapmasının yanı sıra, transit Neptün’ün de natal Güneş’inin üzerinden geçip durmasıydı.
Adım adım onda gerilim yaratan gerçek olayın aslında babasının ölümü olduğu ortaya çıktı. Bu garip gelebilir, çünkü babası zaten ölmüştü, ancak derinliklerinde aslında ölmemişti. Yas yoktu, duygusal ayrılık yoktu, gerçek ölüm anında kayıp hissi de yoktu. Ancak 4.evdeki Kayron’un varlığı, Güneş-Jüpiter üçgeni ile beraber, bu baba hakkında çok farklı hisler olduğunu bana işaret ediyordu. Hem çok pozitif, ama aynı zamanda çok acılı ve tamamiyle bastırılmış duygular. Bu bayan aslında tüm duygularını bastırıyordu. Çok zeki olmasına rağmen, adeta bir yuvası yokmuş gibi enteresan bir boşluğa sahipti.
Babasının 4-5 sene önceki ölümünden sonra, gerçek ölüm natal Kayron’a yaklaşan transit Pluto ile kesişiyor gibiydi. Müşterimin kayınbiraderi onun babası rolünü oynamıştı. Onun 22° Yengeç’teki Satürn’ü bayanın 22° Oğlak’taki natal Güneş’ine tam karşıt yapıyordu,. Onu çok az görmesine rağmen, kayınbirader müşterime karşı bir sorumluluk hissediyordu ve o da onun Satürnyen özelliklerine adeta bir kız evlat gibi cevap veriyordu. Onu garantiye almış, varlığını doğal olarak kabullenmişti, kayınbirader ise onu güvende hissettiriyordu. Arka planda hep yanındaydı. Müşterim, herhangi bir şekilde maddi veya duygusal olarak başı sıkışsa, ona danışabileceğini biliyordu. Bunu hiç yapmamıştı, ancak gerekirse orada olacağını biliyordu. Kayınbiraderine, inkar ettiği acılı ve karmaşık bir ilişkiye sahip olduğu öz babası ile bağlantılı, bir tür çocukça ve bilinçsiz duygularla bağlanmıştı.
Eğer 4.evdeki Kayron’a Pluto transitini öngörmek isteseydik şöyle diyebilirdik: “Evini değiştirecek veya başka bir yere göç edecek. Belki de boşanacak.” Biraz daha cesursak şunu bile diyebiliriz: “Bu bir ebeveynin ölümünü gösterir ve cok acı dolu ve karışık duyguları açığa çıkartır.” Bu transitin yorumu, ki transit Neptün’ün natal Güneş’e kavuşum yaptığını da göz önüne alırsak, büyük olasılıkla babanın ölümüdür. Ancak zaten ölmüş bir baba bir kere daha nasıl ölebilir?
Müşterim için, babasının ölümü şimdi gerçekleşiyor. Bu onun gerçekliği. Sizin veya benim gerçekliğimiz böyle olmayabilir. Bu ölüm ve ölüme eşlik eden acı duyguların kanlı canlı babasının bir tabuta konması ile bir alakası yok. O şimdi, ilk defa, gerçek babası öldüğü zaman reddettiği korku, panik ve acı ile karşı karşıya kalıyor. Aslında onun için hissetmediği duyguları kayınbiraderine odaklıyor. Kayıbirader bir temsilci, bilinçdışındaki baba kompleksi için bir kanca. Kayınbiraderin ölüp ölmeyeceği transitte çok net değil. Bir anlamda önemli bile değil. Onun sadece ‘ölüm ihtimali’ bu denli güçlü bir tepkiyi doğuruyor. Onun olası ölümü, artık bilince çıkacak kadar olgunlaşmış olan baba kompleksi ile eşzamanlı bir tema oluyor.
Bu tarz içsel ve dışsal olayların farklı şekilde kendini göstermesi bizim “gerçeklik” olarak tanımladığımız kavramı altüst ediyor. Bir olay, bir transiti veya progresi temsil ederken, bizim düşündüğümüz gibi olmayabilir. Somut olaylar, gerçekleştiklerii zaman, kişinin içinde olanları doğru yansıtmayabilirler. Hayatımızdaki oluşumları tanımlamada kullandığımız duygularımız aslında bir olayı gerçek hale getiriyorlar. Bize etkisi olan şeyleri hatırlarız ve bu etki olaylar gerçekleştiği zaman olmayabilir. Verdiğim kısa örnek az rastlanır değil. Olayların oluşum zamanları, onların fiziksel oluşum zamanları ile her zaman aynı olmaz. Bu nedenle haritada önemli bir transit ve progresyon beklerken, hiçbir şey görünmezken bile bir olay maddeleşebilir ve kendini gösterir.
Bir başka örnek olarak bir ilişkinin sonlanmasını inceleyelim. Bu, ne zaman olur? İki kişi fiziksel olarak ayrıldığı zaman mı? Kuşkusuz, ayrılığa bir tarafın ölümü neden olsa bile, durum her zaman böyle değildir. Pek çok insan için, fiziksel ayrılıktan yıllar sonra bile, ilişki hâlâ canlı ve güçlüdür. Bir taraf hâlâ kızgın, kindar ve kaybını atlatamamış olabilir. Bu özellikle bir ebeveynin çocuğunu kaybetmesi durumunda çok trajiktir. Çocuğun odası aynen bir müze gibi korunur, hiçbir şeyin yeri değişmez veya kaldırılmaz, adeta her an dönecekmiş gibi beklenir. Bu boşanan çiftlerde de görülebilir. Eski eşin resmi hâlâ duvarda asılıdır ve hiçbir yeni sevgilinin eski eşin en sevdiği koltuğa oturmasına izin verilmez.
Genellikle kişiler bundan bihaberdir ve bazen yıllar sonra, eski eş yeniden evlendiği zaman hissettikleri güçlü tepkilere şaşırırlar. Adeta patlayan volkan gibi, ruhun gizli bir bölümünde saklanan eski eş ortaya çıkar. Fiziksel olarak çoktan gitmesine rağmen, varlığı içsel olarak devam etmiştir ve eski eş başka birisine taahhütte bulunduğu zaman, adeta şimdi yaşanıyormuş gibi tüm acı kendini gösterir. Aslında, somut olarak yıllar önce yaşanmasına rağmen, olay gerçekten şimdi olmuştur. Bunu, progres Venüs Pluto’ya kavuşum yaptığında veya transit Satürn Venüs’e geldiğinde veya transit Uranüs 7. evdeki Ay’a karşıt yaptığında görürüz.
İlişkiler bittiğinde, bazen sadece tek taraf için bitebilir. Bazen de ilişkiler göründüğünden çok önce de bitmiş olabilir. Bir çift beraber yaşamaya devam ettikleri halde aslında ilişkileri iki, on veya otuz yıl önce bitmiş olabilir. Fiziksel bir olay olmasa bile bunu ilgili transit veya progres açısı ile görebiliriz. Haritadaki hareketler somut bir ayrılık olmasa bile bir şeylerin bittiğine işaret edebilirler. Veya geçerli br transit veya progres açısı herkesin “Aslında bu yıllar önce bitti” demesinden yıllar sonra bir şeyin sonunu tamınlayabilir. Bitişler, başlangıçlar gibi, hayli kişisel konulardır. Farklı kişiler olayları hazmetmek için farklı sürelere ihtiyaç duyarlar. Bazı olaylar birisi için anlamsızken, bir başkası için çok anlamlı olabilirler. Ölüm bile farklı insanlara farklı hisler yaşatır. Bir kişi son dakikaya kadar ölümü reddedip, korku ve kızgınlık duyarken, bir başkası vakti daha gelmeden onun yeni bir döneme geçiş töreni olduğunu huzurla kabul eder.
Bir olayın algılanması –zamanlaması, önemi ve onu yorumlamamız– eşzamanlı transit veya progresyonlarla tanımlanır, dolayısıyla gezegen hareketleriyle tanımlanan gerçek “olaylar” aslında psişemizde gerçekleşenlerdir. Dışsal bir olay kişi için önemli olabilir veya olmayabilir. Eğer kişinin kuvvetli bir transiti veya progresyonu varsa, bir olayın önemli bir anlamı olabilir ve kişinin hayatını tamamiyle değiştirebilir. Ancak aynı olay başka bir zaman tekrarlarsa, kuvvetli açılar olmadığı zaman, olayın deneyimi tamamen farklı olabilir ve önemli bir olay olarak bile nitelenmeyebilir.
Bunun kavramasının zor olduğunu biliyorum, çünkü gerçekliği yorumlamaya alışkın olduğumuz şekil genellikle “dışarıda olanı” nesnel olarak almaktır. Fiziksel tezahür (ki bu da tartışmaya açıktır) nesnel olabilir, ancak onu algılama şeklimiz değildir. “Dışarıda olanı” algılarımızla nasıl renklendirdiğimizi araştırmak çok rahatsız edici olabilir. Ve algılarımız horoskopun tanımladıklarıdır, buna transitler ve progreslerin natal noktalara yaptığı açılar da dahildir. Transit Satürn Ay’ın üzerindeyken, olayları transit Neptün’ün Ay’ın üzerinde olduğundan daha gerçekçi ve olumsuz algılamaya ve yanıtlamaya meyilli oluruz. Transit Uranüs Merkür’ün üzerinden geçerken gerçekleri Kayron’un transitinden farklı olarak algılarız. Transit Jüpiter Venüs’ün üzerinden geçerken insanları Pluto’nun geçişine göre çok farklı deneyimleriz. Değişen insanlar mı, yoksa biz miyiz? Eğer insanlarsa, değişen algılarımız hayatımıza çektiğimiz insan tiplerini ve onların bize takındıkları tavırları etkilemiş olabilir mi?
Transit Uranüs Venüs’e üçgen yaparken bir ayrılık olursa, transit Pluto Venüs karşıtlığında gerçekleşen ayrılığa göre çok farklı hisler doğurur. Başkalarının gözüne olay aynı görünebilir. Joe Bloggs karısını terk eder ve onsekiz yaşındaki sekreteri ile kaçar. Ancak o anda Joe’nun karısı Uranüs-Venüs üçgenini deneyimliyorsa, kocasından kurtulduğunu için derin bir nefes alıp sonunda özgürleştiğini hissedebilir. Eğer Pluto-Venüs karşıtlığını deneyimliyorsa, bu olayın en acı tarafı ihanettir. Eğer progres Venüs Neptün’e karşıtlık yapıyorsa, kendini kurban gibi görebilir. Eğer transit Satürn Venüs’e kare yapıyorsa, maddi güvencesiyle meşgul olabilir ve utanç verici reddedilme karşısında aşağılık duygusuna kapılabilir.
Olayların sübjektif boyutunu da ihmal etmemeliyiz. Bir olayın nasıl hissettirdiği, nasıl anlaşıldığı ve algılandığı ve bir gerçeklik olarak ne zaman kaydedildiği, natal harita kadar hüküm süren astrolojik “hava durumuna” göre de tamamen farklı olabilir, çünkü kişi olayları kişisel olarak algılar. Bu, bir olayı neyin oluşturduğunu tanımlamamızı da zorlaştırır. Düzey ve zamanlama büyük ölçüde değişebilir. Ve belirli bir gezegensel hareketle yansıtılan bir durum fiziksel bir olayla bağlı olabilir veya olmayabilir.
Ağır gezegenleri dikkate aldığımız zaman olaylar daha da karmaşık hale gelir. Bunlar doğum haritasında belirli açıları oluşturana kadar ileri, durağan ve geri hareketlerle iki veya üç yıl, Pluto’nun durumunda ise daha da uzun bir süre geçebilir. Bu dışsal gezegenlerin transitleri esnasında birbirinden bağımsız gibi duran bir seri olay meydana gelebilir ve bu olaylar tek bir transitin tonuyla renklenen bir mercek kanalıyla algılanır. Dolayısıyla böyle bir dönemde olan tüm olaylar aynı anlamı veya duyguyu taşıyor gibi görünür.
Eğer aynı olaylar başka bir zaman diliminde gerçekleşselerdi, aynı şekilde deneyimlenmezler ve gelişigüzel görülebilirlerdi. “Ah, burada babamın iki sene önceki ölümü, işverenim ile geçen sene yaptığım kavga ve bu ay başlayan aşk ilişkim arasında bir bağlantı var; hepsi aynı paketin parçası.” demezdik. Bu uyuşma duygusunu sağlayan olaylar değil, transit veya progresyonlardır. Genellikle peşpeşe olayları değil, hayatımızdaki dönemleri hatırlarız ve bazı belirli olaylarla renklenen bu zaman aralığı veya dönem duygusu çok sübjektiftir ve o dönemdeki transitlerle ve progresyonlarla bağlantılıdır. Bir olayı tanımlarken çok dikkatli olmalıyız, çünkü ne kadar yakından bakarsak o denli sübjektif oluruz. Bir insanın ölümü esnasındaki açıları incelemek buna çarpıcı bir örnektir. Bununla sadece ölen insanın haritasında olmakta olan açıları kastetmiyorum, aynı zamanda ölenin yakınlarının haritalarındaki transitlerden söz ediyorum Ölümün belirli bir anda gerçekleşen çok belirgin bir olay olduğunu ve o an için bir harita çıkartabileceğimizi düşünebiliriz. Ancak hiçbir astrolog tipik bir “ölüm imzası” saptamakta başarılı olamamıştır –her haritada farklı görünür. Birkaç yıl yavaş yavaş oluşan açılar o andaki açılar kadar etkin olabilirler. Bazen ölüm içsel düzeyde gerçek ölüm olayından çok önce gerçekleşebilir ve kişinin içinde bir şeyin “vazgeçtiğini, teslim olduğunu” yansıtabilir.
Transitlerin ve progresyonların maddeleşmelerini anlamaya çalışırken, duygusal ve teleolojik dahil, üç düzeyi de dikkate almalıyız. Duygusal ve teleolojik düzeyler olayların gerçekleşmesi ve doğumuyla doğrudan alakalıdırlar. Sadece üç seviyeyi incelemek yeterli değildir, her birininin çok karmaşık parametreleri olduğunu da unutmamalıyız. Ancak olup bitenin büyük resmini gördüğümüz zaman, sorumlu bir şekilde, “Şunların olma olasılığı vardır” diyebiliriz. Bu çerçevelenmiş resim olmadan, adeta dart tahtasına gözümüz kapalı atış yaparır. Hedefi tutturabiliriz, ama aynı zamanda birisinin gözünü de çıkarabiliriz.
Çeviren: Şeniz Ünal