URANÜS: BİLİNENDEN ÖZGÜRLEŞMEK (8)

Jeffrey Wolf Green

Önemli bir diğer döngü, her 46 yılla 48 yıl civarında gerçekleşen Satürn/Uranüs kavuşumu ile ilgilidir. Bundan 22 ila 25 yıl sonra, karşıt açı oluştuğunda en büyük ihtişamına ulaşacak, 8-10 yıl sonra toplumun temel görüşünde yer alacak ve sonra yavaş yavaş etkisini kaybetmeye ve eninde sonunda başka bir kavuşuma yani sosyal tavıra ve odaklanmaya yerini bırakacak bu kavuşumun meydana geldiği burcu dikkate almak çok önemlidir.

Özgün sosyal tavır ve odaklanmalar genel koşullara bağlıdır. Bu yüzden, bölgeler, kültürler, topluluklar ve ülkelerde var olan sosyolojik koşullar, kavuşum döneminde oluşacak, kendine özgü  sosyal tavır ve odaklanmanın yönünü belirleyecektir. Yakın tarihe kısaca bir göz atarsak bu ilkeyi daha iyi anlayabiliriz.

Satürn ve Uranüs’ün son kavuşumu 1942 de Boğa’da gerçekleşti. Bunun karşıtlığı 1960 ların son beş yılında, sosyal realite içine yerleşmesi 1970 lerde ve  değişime doğru giderken etkinin zayıflaması 1980 lerde oldu. Bir sonraki kavuşum 1988 Şubat’ında, Yay’ın 28 derecesinde yani galaksimizin merkezinde meydana gelecek.

Boğa arketipinin özü, kişisel değerler, kişinin kendisiyle ilişkisi, varlıkların içinde bulunan ve türlerinin devamını sağlayan üreme güdüsü, her insanda bulunan hayatta kalma içgüdüsü, kendine güven veya yeterlilik ve sağlam olmayanları sağlamlaştırma ihtiyacı gibi unsurları taşır. Bu Boğa arketipleri, 1942 de meydana gelen Uranüs/Satürn kavuşumunda, genel olarak tüm gezegende sosyal ihtiyaçlar olarak ön plana çıktı.

Yerleşmiş görüşlerden, statükoya dönüşmüş gerçeklikten, periyodik ve devamlı sosyolojik dönüşüm ve özgürleşme her kültürün ve toplumun gençleri tarafından gerçekleştirilir.

Satürn ve Uranüs’ün kavuşumunda, kültür ve toplum için değişim tohumları taşıyan milyonlarca can dünyaya geldi. Onlar yeni bir bireylik anlayışı ve yeni bir sosyal vizyona doğdular. Bu insan gurubu, bir nesil olarak, statüko oluşturan şeylere karşı yavaş yavaş, farklı şekillerde isyan etmeye başladılar. Bu gurup, değişimin en keskin tarafını taşıdığından, Satürn/Uranüs kavuşumu, bu gurup içinde mevcut statükoyu devam ettirmeye çalışan egemen liderler tarafından tehdit unsuru olarak algılanan, asi ve yerleşmiş geleneklere karşı çıkan, aykırı liderler yaratacaktır.

Son kavuşum Boğa’nın 28. derecesinde oldu daha sonra İkizler’in ilk derecelerinde tekrar kavuşum oluşturdular. Batı dünyasında yeni sosyal vizyonun yansıdığı ilk araç hep müzikti ve hala da öyledir. İlk kavuşum Boğa’da yer aldığından, müzik bu zamanın ilk gerekliliği olan isyana yöneldi. Boğa’daki ilk kavuşumdan sonra, İkizler’deki kavuşumun defalarca tekrarlanması , müzikteki devrimin genişlemesine ve yayılmasına sebep oldu; yeni birey ve sosyal vizyon yeni bir müzik yoluyla yepyeni bir şekilde iletişim kuruyordu. Bu  yeni bireyliği ve sosyal vizyonu sunan, aykırı liderler, haritalarında Boğa burcundaki veya İkizler’in ilk derecelerindeki Satürn ve Uranüs kavuşumunu taşıyan kişilerdi; Bob Dylan, Joni Mitchell, Paul McCartney, John Lennon, George Harrison, Ringo Starr, Joan Baez, Jimi Hendrix, Art Garfunkel, Paul Simon, Janis Joplin ve Mick Jagger gibi.

Elbette müzik aracı, kişisel ve sosyal değerleri, cinsel değerleri, kaynakların kullanımını, kişisel ve gezegensel (sosyal) hayatta kalma konularını, üremeye yönelik mevzuları, ekonomik meseleleri ( yaşamı desteklemek için gerekli olan mal mülk), kalıcılık/değişkenlik dinamiklerine dayalı duygusal güven sorunlarını ( kavuşum sırasında ikinci Dünya savaşı sürüyordu) yansıtıyordu.

O zamanın sosyal koşullarını İkinci Dünya Savaşı oluşturduğundan, Satürn ve Uranüs kavuşumu bu dönemde doğan ruhlara gerekli düzenlemelerin tohumlarını ekti. Bu tohumlar devrin güncel durumunun bir sonucu olarak hemen büyümeye başladı; atom bombası doğmuştu. Atom bombası, türlerin devam güdüsünden kaynaklanan bir gelişmedir: Oppenheimer, yani bombayı ilk tasarlayan kişi, eğer bu alet imal edilebilse ve iyi niyetli insanların ellerinde olsa asla bir daha savaş olmayacağını düşünüyordu. Bu ‘icat’ insanın hayatta kalma meselelerini kökten değiştirdi. Atomun da sahip olduğu orjinal ve devamlı bölünme örneğini takip eden ikincil etki teknolojileri, hayatta kalma meseleleri ile ilgili gittikçe genişleyen bir etkiye sahip olacaklar. Nükleer atıklarla ilgili ne yapılacağı sorunu bile daha çözülemedi. Milli kaynakların ne kadarının savaş gereçlerinin geliştirilmesine tahsis edileceği konusu hala pek çok ülkede,  tüm genel kaynakların bölüşümünde dengesizlik yaratıyor;  görünen o ki, ABD ve Sovyetler Birliği bu konuda  önde gelen oyuncular.

Hayatta kalma meseleleri savaş sırasında da kendini gösterdi, savaştan sonra da. Japonya ve Avrupa harap edildi. Yahudi ırkı ve Avrupa çingeneleri, yok etme politikalarına ve Hitler’in çılgınlıklarına maruz kaldılar. Sovyetler Birliği tamamen tüketildi. Güney Pasifik tekrar inşa edilmek zorunda kaldı. Hayatta kalma ihtiyacı, ABD ekonomisi ve politikasını Japonya, Avrupa ve Güney Pasifik’i öncelikle de Filipinler’i yeniden inşa etmeye yöneltti. Sovyetler Birliği maddi ve beşeri kaynaklara erişmek, kendini yeniden inşa etmek ve dünya üzerinde güçlü bir millet olarak yaşamına devam etmek için Doğu Avrupa üzerinde hak iddia etti. Savaştan kaynaklanan büyük miktarda ölümler, hızla yeni  ruhların doğumlarına sebebiyet verdi; yani 1940 ların sonu ve 1950 lerin başından ortalarına kadar görülen ‘’bebek patlaması’’ na; türlerin hayatta kalması ile bağlantılı üremeye.

Dünya çapında doğum oranının artması ve yaşam alanlarının yetersiz kalması,  kendine özgü hayatta kalma  sorunlarını yarattı ve ormanlarda özellikle de ekvator kuşağındaki yağmur ormanlarında geniş çaplı ağaç kesimlerine neden oldu. Bunun sonucunda hız kazanan bu hareket, toprağın yavaş yavaş çölleşmesine ve yaşanmaz hale gelmesine sebep oldu. Zaten ekonomik olarak dar boğazda olan bölgelerde gittikçe artan nüfusu beslemeye yetecek kadar yiyecek yetiştirilemez hale geldi. Bu ve en güçlü durumda olan ülkelerin genel kaynakları dengesiz bölüştürmeleri biraraya gelerek açlık ve ölümlere yol açtı. Aslında bu, eşitsizlikten kaynaklanan  bir çeşit nüfus kontrolü; doğum kontrol araçları da bir diğeri, Çin’deki üremeye yönelik resmi düzenlemeler de öyle, bir diğeri kürtaj ve modern, gelişmiş toplumlarda gittikçe kısırlaşan insanların artması gibi her şey hep hayatı idame ettirmenin üreme ve yiyecek üretme yönünden yansımaları. Ne ilginçtir ki, karmaşık ve gelişmiş toplumlardaki insanlarda gittikçe artan  kısırlığın nedeni olarak statü (Satürn) ve para  (Boğa) ile ilgili konularda “başarılı olma” gerekliliğini vurgulayan genel geçer değerlerin yol açtığı stres birikimini görüyoruz.

Hayatta kalma konuları zamanımızda pek çok şey tarafından yansıtılıyor ve sembolize ediliyor. Yediğimiz yiyeceklerden (beslenme) kullanılan fosil yakıtlarına ( Boğa) kadar her şey, karbon gazlarının oluşmasına bağlı olarak atmosferde gitgide artan bir ısınma yaratıyor. Bu durum eninde sonunda hem dünya yüzeyini ve iklim şartlarını, hem de yüzeyde yaşayan canlı organizmaları kökünden değiştirecek. En yakın komşumuz Venüs’ün (Boğa’nın yönetici gezegeni)  atmosferdeki karbon gazlarının olabilecek en kötü durumunu bize yansıtması ilginç değil mi? Bu sembolizmde bir mesaj veya işaret olabilir mi?

Satürn/Uranüs kavuşumuyla doğan nesil “yeni çağ”ın ( new age) tohumlarını taşır. Yeni çağ yukarıdaki konular ve daha başka nedenlerin oluşturduğu açık bir sonuç ve gerekliliktir. Tohumlar kişisel ve sosyal konular, sosyal yapılar, cinsel değerler ve cinsel yaşam, kişinin kendisiyle ve diğer insanlarla ilişki kurma tarzı, gezegensel ve bireysel hayatta kalma sorunları açısından tamamıyla farklı fikirlere sahip ruhlarda filizlenir.  İlk kavuşumun karşıt açısı 1960 ların ortasıyla sonlarına doğru gerçekleşti. Uranüs Terazi’ye yönelirken Başak’tan geçti, Satürn ise KOVA’dan geçerek Balık’a olan yolculuğunu gerçekleştiriyordu. Neptün Akrep’te, Pluto Başak’taydı. Tohum nesli ve onları takip edenler, onlu yaşlarının sonlarında olan gençler  veya 21 yaşına gelmiş yetişkinlerdi. Modern toplumları her yerde, yeni vizyonları, değerleri, fikirleri, felsefeleri, yaşam biçimleri, müzikleri, görünüşleri ve “sistem”i değiştirmek üzere yüzleşme istekleri ile kökten değiştiren bu “çiçek gücü” ve “özgür aşk” nesliydi. Ve tabii ki sistem önce şiddetli bir şekilde reaksiyon verdi, ancak yeni fikirlere teslim olup kendi içinde özümlemek üzere. İşte o zaman pek çoğumuz Kova Çağının başladığını duyduk.

1970 lerde yeni fikirler, değerler vs.  genel görüş içinde özümlendikten sonra güç, hız ve şiddetlerini kaybettiler. Değişimlerin elçisi olan nesil yaşlanmaya başladı. ABD’de Nixon’un düşüşü ve Vietnam’dan geri çekilişten sonra, bu enerjiyi sürdürmek ve neler olduğunun üzerine odaklanmak için hemen oluşan bir dürtü yoktu. Yeni vizyonları, inançları ve değerleri getiren nesil çocuk sahibi olmaya başlayınca, kişisel hayatta kalma meseleleri de egemen olmaya başladı. Bu da insanları artık öğrencilik veya başıboş serserilik yerine iş aramaya yönlendirdi. İşler dikkati, ev ve aile, vs. vs. sahibi olan kişinin yaşamının getirdiği faturalar yüzünden parasal konulara yönlendirdi. Bu “toplum karşıtı”  hareket en zirvesindeyken bile asla toplumun yüzde otuzundan daha fazlasından oluşmadı. Yine de, bu özel insan gurubu öyle güçlü ve baskındılar ki, geleneksel yapı üzerinde yayılma etkisi gösterdi; rengarenk 7-Up afişlerini hatılıyor musunuz? Vs. vs.

Toplum karşıtı hareketin zayıflayan akışı ABD’de Reagan Dönemi fenomenine ve zaten muhafazakar olan ve yavaş yavaş liberalleşen ülkeler hariç  her yerde  muhafazakarlığın artmasına yol açtı. Tüm bunlar ilk Satürn/Uranüs kavuşumu Kasım 1980 de balzamik fazına ulaştığından beri oldu. Aynı zamanda Uranüs Akrep’in son derecelerini geçiyordu, Satürn Terazi’nin ilk derecelerinde, Neptün Yay’ın son derecelerindeydi, Pluto Neptün’ün yörüngesi içinde hareket ediyordu ve Terazi’deydi. Sosyal bilinç ekonomik (Akrep) ve felsefi ( Yay) nedenlerden dolayı daha öncekinin tam tersi (Terazi) uca yönelmişti. Genel koşullarla bağlantılı olarak, bu uçların yer değiştirmesi genel kollektif görüşün ‘geleneksel’ değerlerini, inançlarını, alışkanlıklarını, normlarını ve tabularını yeniden belirleme ihtiyacını doğurdu. 1960’ların ortalarında ve 1970’lerin büyük bir kısmında yer alan bu genel kollektif reaksiyonun temelinde belirsizliğin getirdiği huzursuzluk duygusuna dayalı kollektif istikrarsızlığı yaratan faktörler yatıyordu. Kollektif istikrarsızlık, ekonomik nedenlere, Uranüs Terazi’deyken ilişki dinamiklerinde meydana gelen ve boşanma oranının artmasına sebep olan “özgür aşk” gibi devrimlere;  kadınların yaşamın tüm alanlarında eşit muamele görme taleplerine, cinsel yaşam tarzlarında cinsel hastalıklara yol açan radikal değişikliklere ve Neptün’ün geçişinden sonra Uranüs Akrep’e doğru yol alırken ivme kazanan sex endüstrisindeki büyümeye dayanıyordu. Neptün’ün Yay burcundan geçişi insan özgürlüğü ve insan hakları açısından muazzam bir büyümeyi temsil ediyordu ki bu özgürlük ve haklar başkalarınınkine tecavüz etmemek şartıyla, insanın doğuştan kazanılmış haklarıydı. Aynı zamanda, bu durum esaslı bir felsefi ve dini idealizm ve aşırılığa , Roma Katolik kilisesindeki liberalleşmeye, ekonomik karşılaşmaların (Uranüs Akrep’te) zorunlu kıldığı uluslararası ilişkiler konusunda kollektif farkındalığın artmasına, ekonomik güç temellerinin yer değiştirmesiyle ticaretin de  başka yönlere kaymasına ve para transferinin  başka yerel veya uluslararası guruplara; örneğin Orta Doğu’nun petrol kartellerine, vb., kaymasına , Japonya’nın ekonomik gücünün artmasına, A.B.D. ekonomisinin istikrarının aslında “yabancı” yatırımlara bağımlı olmasına; ki bu durumun yarattığı sarsıcı etki kollektif bir “güçsüzlük” duygusuna yol açmıştır, pek çok ülkede şirketlerin birleşmesine, zenginliğin gittikçe daha az kişinin eline dağıtılmasına, pek çok ülkede enflasyon oranının artmasına, vs. neden olmuştur. Bunlar ve buna benzer dinamikler yüzünden kollektif güvensizlik ve istikrarsızlık kendini gösterdi.

Böylece, Uranüs/Satürn transiti, Boğa burcunda 1942’de yaptığı ilk kavuşumuyla ilintili olarak,  Kasım 1980’de balzamik (son hilal) durumuna ulaştığında, modern Batı değerlerine ve inançlarına sahip olan pek çok ülkede, kolektif yapı, istikrar duygusuna ihtiyaç duyuyordu. Bu yüzden, muhafazakarlığa, geleneksel değerlere, ‘milliyetçiliği’ yansıtan sloganlara, vatanseverliğe, “yeni” ekonomik felsefelere; mesela yan ekonomi oluşturma gibi ve yeni inançlara yönlendiren bir reaksiyona neden oldu. Bu suretle, A.B.D. Reagan’ı, Kanada Mulroney’i, İngiltere Thatcher’ı, Batı Almanya Kohl’ü seçti, İran geleneksel İslam dünyasının büyük bir bölümünde yayılan Batı değer ve inançlarına bir tepki olarak, bağnaz bir bakış açısıyla, İslam’ın  dini muhafazakarlığını yansıtan Humeyni’yi ortaya çıkardı, politik sağ  Avustralya’da güç kazandı, Roma Katolik Kilisesi muhafazakar doktrinlere dönüş yaptı, vb. Bu arada, bu zamana kadar muhafazakar ve otoriter düzen yanlısı ülkelerde, altında liberalleşme yatan bir değişim (mutasyon, balzamik arketip) görülmeye başladı ki bu liberalleşme  daha fazla özgürlük ihtiyacını yansıtıyordu. Bu durum Neptün Yay’dayken meydana geldi ve Uranüs  Satürn’le kavuşumunun balzamik fazıyla ilintili olarak bu burçtan geçiş yaparken  ivme kazandı. Şimdi bunu Çin’de Güney Kore’de, Güney Amerika’nın büyük bir bölümünde, tüm Sovyet topluluklarında vs. görüyoruz.

Bu dinamikleri uzun uzun örneklemeye devam edebiliriz. Ancak, bu dönemde, Satürn ve Uranüs Kasım 1988’de Yay burcunun 26 derecesiyle 28 dereceleri arasında başka bir kavuşum oluşturmaya hazırlanıyor. Satürn ve Uranüs’ün balzamik fazı bu kavuşuma gittikçe yaklaşırken, daha önce bahsettiğimiz tüm mevzular ve daha pek çoğu doruğa ulaşacak ve bireysel ve kolektif kararlar gerektirecekler. Buradaki temel konular, nükleer enerji ve atık meseleleri, servetin dağılımı konuları, yiyecek ve kaynak dağılımları meseleleri, atmosfer, okyanuslar ve topraklarla ilgili gezegensel hayatta kalma mevzuları, üreme mevzuları, teknolojilerin doğru kullanımı,politik, felsefi ve dini farklılıklarla ilgili gezegensel işbirliği mevzuları- buradaki ihtiyaç, aynılıkta birlik oluşturmak değil, Yay’ın çeşitliliğin içinde birlik oluşturma vizyonuna olan ihtiyaçtır- ve tüm toplumlar ve milletler içinde yer alan çeşitli gurupların, farklı fikirlere, inanç ve değerlere sahip diğer herhangi bir bireyin veya gurubun DOĞUŞTAN GELEN HAKLARININ, bunları başka bir guruba zorla empoze etmeye çalışmadıkça, geçerliliğine imkan sağlamaktır.

Yay’daki Satürn/Uranüs kavuşumu gelecek 46-48 yıl boyunca oluşacak sosyal tavrı ve odaklanmayı belirleyecektir. Bu kavuşumdan hemen sonra, 1996’da iki gezegen Oğlak burcuna doğru hareket edecek. Uranüs Kova’da transit yaparken, Pluto Yay’a hareket edecek. Neptün ise 1998’de Kova burcuna girecek. Kavuşum, aynılıkta birleşime karşı çeşitlilikte birleşime izin verecek ılımlı vizyonlara sahip politik liderleri seçme ihtiyacını ilan edecek. Radikallerin yanılsaması, radikal görüşlerin dini veya felsefi esaslarına zoraki ya da körlemesine uyum sağlayarak istikrar ve güvenlik kavramı oluşturmaktır.  Bu yanılsama sadece milli sınırlar içinde yaşayan ve radikal kurallara uyum sağlamayan  (mesela köktendincilere karşı “yeni çağ” hareketi) gurupların kutuplaşmasını ve milliyetçiliğin ilanı ve yanılsaması olarak da gezegenin kutuplaştırılmasını kolaylaştırır.

Satürn ve Uranüs’ün Yay’daki bu kavuşumu, bu türde aldatıcı bir felsefeden özgürleşmek, tüm ülkelerde eğitim yoluyla bireysel ve kollektif bilincin yükseltilmesi anlamına gelir; öyle bir eğitim ki gezegenin hayatta kalma meselelerinin (mevcut şartlar) genel (Yay) farkındalığını (Uranüs) yükselterek, vizyonları tüm bunlara hitap eden yeni politik liderlerle (Uranüs/Satürn Yay’da) statükoyu (Satürn) değiştirmeye teşvik eder. Eğer bu gerçekleşirse, gelecek (Uranüs), pek çoğumuzun da maruz kaldığı tüm o kıyamet günü senaryolarına meydan vermeyecektir. Eğer olmazsa, Satürn ve Uranüs Oğlak’taki Neptün’e katıldığında ve o arada Pluto da Akrep burcundayken, bu tür senaryoların kendini gösterme olasılığı yükselecektir. Bundan şüphe duyuyorsanız, sadece tarihe bir göz atıp,bu modelin daha önce oluştuğu zamanlara bir bakın. Şimdi (Satürn ve Uranüs Yay’dayken), tarihin kendini tekrar etmesi döngüsünden kurtulmak için elimizde büyük bir fırsat var. Bu fırsat var çünkü şu anda ÇAĞLARIN değişiminin tam ortasındayız; Balık Çağı artık Kova çağına dönüşüyor. Çağların değiştiği her zaman,  bir önceki döngüden kurtulma fırsatı vardır. Son kez çağ değiştirdiğimizde, Nazareth’li İsa gezegendeydi. Kendisinin de söylediği gibi, o yeni çağı müjdelemek için buradaydı. Bir ilahiyatçı ve astrolog olan Donald Jacob’ın rektifiye ettiği doğum tarihine göre İsa’nın, sadece altı gezegeni Balık’ta değildi, aynı zamanda Akrep’teki Güney Ay Düğümü on birinci evdeki Neptün ile kavuşumdaydı. Yükseleni Yay’daydı ve Satürn ile Uranüs Balık burcunda kavuşum yapıyordu. Ve, evet, Merkür Kova burcundaydı. Umalım ki bu Kova, Yay ve Balık burcu vizyonları Oğlak burcunun ana görüşü haline gelir ve böylece Balık çağının kapanışı İsa’nın tüm topraklardaki tüm insanlar için BİRLEŞME vizyonunu yansıtabilir.

URANÜS’ÜN GERİ GİTMESİ

Soru: Uranüs retrosunun (geri hareketinin) anlamından bahsedebilir misiniz?

Elbette. Zahiri geri hareketin (retro) sembolize ettiği arketipsel bağlantıyı hatırlayalım. Esas itibariyla, geri gitmekte olan gezegenin mevcut beklentilerden geri çekilme veya uzaklaşmayı, hangi davranışlar veya psikolojik yönelmelerle ortaya çıkaracağını gösterir. Bundan başka, geri hareket, geri giden gezegenin gittikçe artan bireyleştirme çabasıyla ve bireyin özünü yansıtması için talep ettiği amaç, yönelim ve uygulamaların tanımlanmalarıyla birlikte kişinin evrimsel gelişimini hızlandırır. Ve retro arketip veya gezegen durağan değildir. Evrimsel olarak niyeti, şartsız benliğe ulaşana dek, her bir şartlanma katmanını tek tek kaldırma çabasındadır. Bu arketip Uranüs’ün arketipsel amacını yansıtır. Bu yüzden, doğum anında Uranüs geri harekette olduğu zaman, kişinin bilinenden veya içinde bulunduğu toplum tarafından belirlenmiş mevcut realiteden ya da kendisinin oluşturduğu statükodan özgürleşme, kurtulma, bireyleşme vb. arketipleri öne çıkar ve vurgulanır. Aynı kafa yapısına sahip grup, akran ve arkadaşlık bağlarını düşünürsek, geri giden Uranüs’e sahip insanlar da aslında bir çeşit gruptur. Pek çoğu gruplarla veya belli tipte insanlarla bir bağ oluşturarak, bu tip deneyimler içinde sadece, olması gerektiği gibi, yanlız hissetmek ve eninde sonunda dışarıda kaldıklarını keşfetmek için çaba gösterirler. Böylece, periyodik olarak veya sürekli kendilerine doğru geri itilmeleri, Uranüs retrosunun bireyleştirme işlemini kolaylaştırır.

Uranüs’ün bireysel bilinçaltına bağlantısını hatırlarsak, Uranüs’ün geri hareketinin kişinin bilinçaltı içeriğinin dönem dönem ya da sürekli olarak bilinçli farkındalığına sızmalar yaptığı bir durum yarattığını söyleyebiliriz.   Kişiyi  bu veya daha önceki yaşamlarında tanımlayan geçmiş şartlanmalardan kurtulması yoluyla, bireyleşme işlemini hızlandırmak için bu olay gerçekleşir. Ancak geçmişin kuyusunu boşaltarak, bireyleşme yolunda devam etmekte olan  hızlanmayı yansıtan yeni dinamiklerle yeniden doldurabiliriz. Bilinçaltı içeriği bu ve geçmiş yaşamın anılarından oluşur. Bu anılar bilinçli farkındalığa salıverilince canlanır, böylece anıların esasından yavaş yavaş uzaklaşma başlar. Bu uzaklaşma hali kişide, hatırlanan deneyimler her ne ise, onları yaratmaktan sorumlu olan dinamikler üzerinde odaklanabilmesini sağlayacak bir objektiflik sağlar. Bu da objektif bir öz-bilgi ve herhangi bir zamanda kişinin içsel durumunun nasıl  tüm koşullarının mahiyetine yansıdığıyla ilgili gitgide artan bir farkındalık oluşturmasını kolaylaştırır.

Uranüs’ün geri hareketi, Uranüs’ün doğal huzursuzluğunu yoğunlaştırır. Yukarıdaki prensiplerle ilintili olarak, geri hareket aynı zamanda kişinin halihazırda görmekte olduğu gelecekten daha geniş, bireyleştirilmiş ve daha özgür bir gelecekle ilgili düşüncelere yol açar. Bu tip düşünceler ortaya çıkacak geleceği yansıtır. Uranüs herhangi bir kısıtlama ya da kapatılma hissine karşı isyan eder. Geri giderken, geleceğe yönelik düşüncelerin salıverilmesi yüzünden, bu isyan duygusu periyodik veya sürekli olarak yoğunlaşır çünkü bu düşünceler yaşamın hangi döneminde kendilerini gösterirlerse göstersinler, kişinin yaşam koşullarıyla ilgili olarak bir takım kısıtlamaları deneyimleme etkisi yaratırlar. Bu da, yine, kişinin bireyleşme işlemini tetikleme ve hızlandırma amacını güder.

Elbette, bu durum kişilerin yaşamlarında pek çok problem yaratabilir çünkü çoğu yaşamlarında zorunluluklar, görevler ve sorumlulukları (Satürn) yansıtan koşullara sahiptir. Uranüs’ün geri gittiği dönemdeki en iyi meydan okuma, kişinin yaşam koşullarını, kendilerine uygun olarak ve Uranüs retrosunun bireyleştirme işlemini kolaylaştıracak şekilde belirlemektir. Bu Uranüs retrosu dinamikleri yüzünden, hüküm süren statükonun dışında kalan değişik türde insanlarla yeni düşünceler, yaşam tarzları, değerler, inançlar ve ilişkiler  deneyimleme ihtiyacı öne çıkar. Bu ihtiyaca neden olan temel prensip şartsız benliğin eşsizliğini keşfetmek ve gerçekleştirmek için bireyleşme arayışıdır. Uranüs retrosu, bizzat, her şeyi kendi yöntemiyle yapmak ister. Yerleşmiş geleneklere karşı çıkanları, asileri, münzevileri, sosyal yabancılaşma duygusunu, en uzağa kaçışları, sağ beyini vurgular. Uranüs geri giderken kapı açılır ve Neptün’ü; tüm Yaradılışın Kaynağı’nın sembolünü işaret eder. Bu suretle, evrensel anlamda kendini ve diğer her şeyi anlama ihtiyacının altını çizer. Bu ihtiyaç pek çok insanda bilinçli olarak tanımlanamadığı için, dünyevi yaşamdan tarif edilemez bir hoşnutsuzluk duygusu; diğer bir deyişle banka hesapları ve hamburgerden daha fazlasının olduğuyla ilgili derinlerde, bilinçsiz bir his ( Neptün’ü işaret eden Uranüs retrosu) yaratır. Bu türde bir hoşnutsuzluğun amacı bireyleşme işlemini hızlanmaya teşvik etmektir.

Pek çoğu için, kişinin o anki gerçekliğinden ilgisini kesmesi, yansıtılmış veya hayali bir geleceği  sembolize eden hayaller üzerinde bir tetikleme oluşturacaktır. Bu yansıtılmış gelecek kişinin kendini o anki gerçekliğinden tamamen farklı şekillerde deneyimlemesine izin verecektir. Bu etki, kişinin tüm yaşamsal gereksinimleriyle bağlantılı olan bütünleşmiş bir hayata yön verdiği sürece olumludur. Bazı bireylerde hangi hayale göre harekete geçip geçmeyeceği konusunda karmaşa olabilir. Bu karmaşa şu şekilde anlaşılır ve halledilir; öncelikle bu hayallerin kişinin yaşamında var olan ŞARTLAR ve ŞARTLANDIRICI FAKTÖRLERLE ilgili daha özgür ve bağımsız bir geleceği sembolize ettiğini anlamak gerekir. Böylece, bu hayalleri deneysel veya somut gerçeklikler olarak belirleyecek şekilde davranmak gerekmez. Bu tür hayaller, bireyin mevcut içsel ve dışsal şartlarının temel oluşturduğu kısıtlanma duygusunun hafiflemesi için psişik (Neptün) bir güvenlik veya rahatlama vanası olarak işlev görürler.

Bu olur, çünkü daha özgür, daha az kısıtlayıcı bir varoluş halini sembolize eden hayalleri içeren aktif bir içsel yaşam sayesinde meydana gelen kendini yaşamdan GERİ ÇEKME  olgusu vurgulanmaktadır. Bu tipteki hayaller bir noktada GERÇEKLEŞECEK geleceği sembolize eder ve tanımlar; bu yaşamda veya başka yaşamlarda. Diğer yandan bazı koşullarda bu hayallere göre harekete geçmek GEREKİR. Bu koşullar hayallerdeki ACİLİYET veya SIKLIK duygusunu içerir. Bu durum, bireyin  bu hayallerin oluşmasına neden olan içsel ve dışsal koşulların mevcut durumundan özgürleşerek, bireyleşme işlemini hızlandırmak ve kolaylaştırmak için artık hayallerini gerçekleştirmesi gereken bir noktaya (Uranüs Satürn’le ilişkide) vardığını gösterir. Bu içsel ve dışsal koşulların yarattığı kısıtlamalar yüzünden bu hayaller tetiklenir. Hangi hayale göre harekete geçilip, hangisine göre harekete geçilmesine gerek olmadığı arasındaki ayırıcı özellik, bu hayallerin aciliyet ve sıklık esasına dayalıdır.

Belirli bazı durumlarda, bireyin bilincinde meydana gelen bu tekrarlayan hayaller, kişinin kendini içine çektiği durumlara dönüşürler. Yinelersek, Uranüs yansıtılmış yaratımla bağlantılıdır. Bu fenomen statükodan ayrılmaktan korkan veya mevcut realitesinin taleplerine ya da şartlarına aşırı derecede gömülmüş olan kişilerin başına gelir. Statükodan kopmaktan korkan, sosyal ve bireysel olarak yönlendirilmiş olan insanlarda bu tekrarlayan hayaller bastırılır. Böylelikle bu hayaller kişinin bilinçli olarak hazırlıklı olmadığı veya şaşırıp kaldığı (Uranüs) durumların yaratılmasına sebep olur.

Metafizik anlamda, bu durumlar kişinin bilinçli farkındalığının eşiğinin dibinde vuku bulan şeyleri yansıtır ve sembolize eder ve de bireyin yaşamında gerçekte ne olmasını istediği ile ilgili kendisine bile itiraf edemediği şeyleri temsil eder. Mevcut koşullarının taleplerine aşırı derecede gömülmüş olanlar için, ne nedenle olursa olsun, kişinin bu mevcut koşullardan geri adım atabilmesi ve objektif bir şekilde değerlendirme yapabilmesi için uzaklaşmaya zorlayan bu durumlar ortaya çıkar. Bunun sonucunda kişinin iç uzayının özgürleşmesine meydan verir. Bu da bireyin kişisel gelişimine ve mevcut realite koşullarının kısıtlamalarından özgürleşmesine izin veren yeni stratejiler oluşturması için çalışan Uranyen düşüncelere kanalize olmasına olanak verir.

Uranüs retrosunun yaratabileceği en problemli durum şudur; hoşnutsuzluk duygusu o kadar güçlüdür ki, kişi sosyal yaşamın içine katılmayı (Uranüs ve Satürn) tamamıyla reddeder (isyan eder). Bu tür insanlar ya kendilerini tamamen geri çekerler ya hayallerinden vazgeçerler ya da tamamen düzensiz ve karmakarışık düşünceler oluştururlar. Diğer taraftan, bu uygulama da bireyleşme işlemini sembolize eder. Hoşnutsuzluğun nedenini anlayan ve bunu kendilerine en uygun şekilde tanımlamak ve uygulamak için bilinçli bir çaba sarfedenler, yaşamları ve yaşamı anlama biçimleri ile diğerlerine bir ilham kaynağı olacaklardır.    

Devamı

Çeviren: Serap Şengöz

Jeffrey Wolf Green yirmi beş yıldan bu yana Seattle’da profesyonel astrologluk yapmaktadır. Pluto:The Evolutionary Journey of the Soul, Cilt 1-Cilt 2’nin yazarıdır. Ayrıca Evrimsel Astroloji Okulunun kurucusudur.

Close